12 Temmuz 2021 Pazartesi
Aynı şeyleri düşünüyorsak ses getirmek için lütfen kendi gruplarınızda paylaşın arkadaşlar.
Şu an laftan başka hiçbir kamu kurumu ve belediyenin somut hazırlığı yok.
Basit bir finans önerisi yapıyorum aslında.
Twitter kullanmayanlar için buraya kopyalıyorum.
5 dönüm tarlası olan traktör alıyor.
Belediyeler Afet, Deprem hazırlığı için fon arıyor.
Afet- deprem aynı anda tüm ülkede olmaz ki!
Ortak fon yaratıp AFETE HAZIRLANAN YOK. @tcbuyuksehir @herkesicinCHP @iyiparti @MHP_Bilgi @Akpartib++
Sipariş vermiş, depremde “ACİL MÜDAHALE KÖYÜ” hazırlığı olan tek belediye yok.
Çadır tam felaket.
Kar- yağmur- sıcakta barınamazsın.
Kolay kurulup sökülebilir,
Ortak Lojistik depo- revir- mutfak- banyo- wc olmalı. @ekrem_imamoglu @mansuryavas06
@ibbBeyazmasa sordum.
Ne hazırlığınız var?
Bir sürü laf, yönerge, talimat anlatıyor.
Okuyorsun “vanayı aç, vanayı kapa, şuralarda toplan filan..”
BUGÜN DEPREM OLSA KAÇ BARAKAN VAR?!
@Kizilay dan çadır mı bekleyeceksin?
İster işadamı, ister kamu görevlisi veya hayata yeni başlayan genç bir kişi olalım, yönetmeye talip olduğumuz kurum, kuruluş ve şirketlerin İŞ PLANINI hazırlayıp prensipler ortaya koymayı düşünüyorsak, önce kendi prensiplerimizi ve hedeflerimizi ortaya koyabiliyor olmamız lazım. Eğer kendi motivasyon ve iş planımız, yöneticiliğini yaptığımız, hatta yatırım yaparak kurduğumuz işin dinamikleri ile uyuşmuyorsa başarılı olabilme şansımız olabilir mi? Bu şirketi kendi dalında en yükseğe çıkarabilir miyiz? Sakın bana yaptığı işle ancak karnını doyurabilen kişileri örnek göstermeyin.
Bu kitabın anlamlı olabilmesi ve en azından sizin tarafınızdan da okunabilir değerde olabilmesi için ilk soru ile devamı soruların arasında tutarlılık olması gerektiğini bilmelisiniz. Eğer başlangıçta koyduğunuz hedef ve yaklaşımlar, sonraki aşamalarda kendi fırsat ve motivasyonlarınızla uyuşmuyorsa, baştan başlayarak yeniden düşünmenizi öneririm.
Hala kitap yazmak isteyenlere de bir fırsat sunuyorum. İlk kitaplarını kendilerini yazarak başlasınlar.
Kişisel kitabınız hayırlı olsun. Şimdi de bu ilk kitabınızı birisine armağan edin. Paylaşın.
İŞTE HAYATINIZIN “İŞ PLANI”. BUNU ŞİRKETİNİZİN “İŞ PLANI” İLE KARŞILAŞTIRIN. MUTLAKA PARTNERİZLE, DOSTLARINIZLA, PATRONUNUZLA PAYLAŞABİLECEK KADAR CESUR OLUN. GÜNCELLEŞTİRİN, DİSİPLİNLİ BİR ŞEKİLDE UYGULAYIN, KİMSENİN BOZMASINA MÜSAADE ETMEYİN, ASLA PARA İÇİN BİLE UYGULAMAKTAN ve VURGULAMAKTAN VAZGEÇMEYİN.
Saygılarımla,
2012’de yazdığım bu yazımı, COVID-19 nedeniyle yaşadığımız toplumsal travma ve alınması gereken önlemlere destek amaçlı olarak paylaşmak isterim.
Kişisel bakım, şahsi bakım, koruyucu bakım, … vb adlarla bildiğimiz, hatta çok da sık rastladığımız bir bakım türüdür aslında. Askeri terminolojide daha net ayrılmıştır bakım kademeleri. Beşinci kademeye kadar uzar.
“Bir kişinin kendisi, kullandığı silah, araç ve gereci için yapması gereken bakım” olarak tarif edilir birinci kademe bakım. Nasıl yapılacağı da talimnameler ve yönergelerde detaylı olarak anlatılır. Sadece anlatılmaz, uygulamalı olarak da gösterilir, duvarlarda asılı posterler ve emirler levhası gibi panolarda da rastlarsınız her köşe başında bakımın nasıl yapılacağına askeri tesislerde.
Neredeyse hayatı boyunca hiç dişini dahi fırçalamamış, WC de nasıl taharetlenmesi gerektiğini bilmeyenler de eğitilir. Aksi halde WC lerin deliği taşla dolar!! Çünkü tarlada ihtiyaç giderince taş kullanır kimileri..
Askerlik bittiğinde ise ayak, el, yüz, tırnak bakımları ile banyo kültürü kazanmış olarak giderler köylerine.. İçinizden ayıplayanlar çıkacak, bu çağda da olur mu taşla taharetlenmek diyeceksiniz belki ama giderek azalsa da var maalesef. Buna karşın ayda veya haftada bir manikür, pedikür, cilt bakımı, ağda, masaj yaptırmayan erkek ve kadınları da ayıplayan önemli bir grup var şehirlerde yaşayan.
Aynı kuaförlere, masaj ve bakım salonlarına giden çiftler az değil. Metro seksüel erkek tanımı da onlar için söyleniyor.
Bir nevi gelir seviyesi arttıkça, toplumsal statüsü yükseldikçe insanlar daha çok, bazen de abartarak kendine bakmayı önemsiyor. Araçlar oto kuaföre gidiyor. Tamircilerin yerini bakım servisleri alıyor. Yani muhtelif bahaneler ve tercihlerle gelir seviyesi artan kişiler, kişisel bakımlarıyla araçlarının, ev ve eşya bakımlarını hizmet alarak yapmayı tercih ediyorlar. Biraz tembellik de var galiba!! İşte bu şekilde araya profesyonel ekip
ve kişileri koyduğunuzda artık birinci kademe bakım olmaktan çıkıp, ikinci kademe bakım hizmetine dönüşüyor. Yani ekstra masraf ve bütçe ayırıyoruz.
Sağlık hizmetlerinde de böyle değil midir? Gıdasına, uykusuna, sporuna, sağlığına, temizliğine gerekli özeni göstermeyen, her sorunda doktora koşanların birçoğu soluğu ya acilde, ya da hastanede alıyor.
Şimdilerde Aile hekimliği, Aile danışma merkezleri gibi ara kademeler oluşturan devlet, hastanelere olan bağımlılığın önünü kesmeye çalışıyor. Aile hekimleri yönetmeliği birinci basamak sağlık hizmetleri olarak tanımlamış bunu.
Çağımızın hastalığı stres. Geçim sıkıntısı çekenler ve engelliler için de psikolojik destek hizmetleri konusu ön plana çıkmaya başlayınca, hem bireylere, hem de ailelere yönelik hizmet veren aile danışma merkezleri yönetmeliği yayınlanarak hizmet verilmeye başlandı birinci basamak bakım kapsamında.
İnsan sağlığı sadece kişilerin kendisine ve yaşadıkları çevreye duyarlı olmasıyla mümkün değil. İnsanların en önemli besin kaynağı olan hayvansal ve tarımsal gıdalar konusunda da gerekli özeni göstermek zorundayız.
Bayramdan, bayrama şeker imalatçılarını denetlemekle olmuyor bu işler. Kendisine dahi bakmaya aciz olan kırsal kesimde yaşayanlara, hayvanına nasıl bakacağını anlatamıyorsak, eğitim veremiyorsak nasıl çözeceğiz şap, burusella, vb. hayvan hastalıklarını?
Ahır hijyeni ve süt sağım ünitelerinin temizliği başta olmak üzere, sofralarımıza ulaşan hayvansal ürünlerin ne kadar sağlıklı olduğunu biliyor muyuz? Seçici davranabiliyor muyuz?
İl tarım ve sağlık müdürlüğü ekipleri, veterinerler bu konuda yeterli denetim ve eğitim hizmetleri veriyor diyebilir miyiz? Kendi adıma ben inanmıyorum.
“Malının kıymetini bilen” kişi tanımı vardır bilirsiniz. Bunların arabası, bilgisayarı, telefonu, elbisesi, traktörü, ayakkabısı, gözlüğü, kalemi, saati hiç eskimez. İlk günkü gibidir. Tertemiz, düzenli ve sağlamdır. Çok para ayırdıkları için değil, kişisel temizlik ve bakımı bir hayat felsefesine dönüştürdükleri için başarırlar bunu. Aşırı titiz ve temizlik hastası olarak adlandırdıklarımızı ayrı bir yere koyarsak, olması gereken asgari seviye olarak tarif ettiğimiz standardı yakalamış olanlardır bu kişiler.
Gelişmiş toplumlar ile gelişmekte ve geri kalmış ülkeler arasında ki fark da bu seviyedir aslında.
Yukarıda verdiğim asker örneğinde olduğu gibi iyi bir eğitimle insanlara kazandırılabilmesi mümkün olan bir şeydir bakımlı olmak. Aynı zamanda insanlara sorumluluk duygusunu aşılayabilmektir.
Fakir ama tertemiz bir eve sahip olan, eski ama temiz ve ütülü kıyafetler giyen, üstü başı kokmayan, vücut temizliğine özen gösteren kişilerin iş ve sosyal hayatlarında da tercih ve takdir edildikleri bir gerçektir.
Kendisine, evine, aracına ve kullandığı eşyasına özen göstererek bunu bir hayat tarzı haline getirenler için sokakların, şehir mobilyalarının, parkların, piknik yerlerinin de temiz ve sağlıklı olması önemli olmaya başlar.
Yedikleri çekirdekleri, yiyecek artıklarını ve ambalajlarını sokağa atmayan sorumlu bireylerden oluşan bir toplum olma hedefine ulaşmak hem çok kolay, hem de çok zordur. Maalesef etkili bir denetim olmadan bu hedefe ulaşabilmemiz zor görünüyor.
Müslümanlıkta temizliğin önemine vurgu yaparken, gittiğimiz batılı ülkelerdeki insanların çevreye olan saygısını, cadde ve sokaklarının temizliğini gördüğümüzde utanmamaktır kişisel bakım ve hijyen kurallarına uymak. İlle de mangal yapacağız diye gittiğimiz piknik yerlerinde, arkamızda bıraktığımız poşetler, kutular,
yiyecek artıkları ve mangal kömürlerinin ağaç diplerine boca edilmediği bir medeni şehirde yaşamak daha güzel değil mi?
Toplum olarak bir yaşam kültürüne dönüştürdüğümüzde, sadece kendi kaynaklarımızı değil, ulusal varlık ve kaynaklarımızı da etkin kullanmak ve tasarruf edebilmenin yolu da birinci kademe bakımı ne kadar doğru anladığımızdan ve uygulayabildiğimizden geçer aslında..
Her altı ayda bir tam teşekküllü hastanede sağlık kontrolünü yaptırmaktan çok daha önemlidir, birinci kademe bakım ve sağlık kurallarına uyarak önlem almak.
Saygılarımla,
Hemen camiler, kiliseler, tarihi eserler hatta meydanlar ve çarşılar da önemlidir diye eklemeler yapanlar olacaktır. Kesinlikle haklılar. Ancak bu yazımızda şehir içi ve dışı toplu taşım araçlarını ele alacağımız için başlığı böyle yazdım.
Başta uçak olmak üzere şehirler ve ülkeler arası seyahatlerde kullanılan tren, gemi, otobüs ve hızlı trenlere çoğumuz biniyoruz. Benim gibi binip de “keşke” şunları da yapsalar diyerek iç geçirenlerimiz az değildir. Ben biraz bu düşüncelerimi ve duygularımı açığa vuracağım.
Birkaç defa doğu ve güneydoğu uçak seyahatlerimde hosteslere, uçaktaki yabancılar ve kendi halkımız için “kaptan, geçtiğimiz şehir ve kasabalar hakkında bilgi verebilir mi” diye sordum. Sadece yıllar önce Muş- Ankara uçuşumda kaptan kırmayarak anons yapmıştı. Demek ki önerim çok da saçma değilmiş.
Aslında anons yapılmasa bile seyahat güzergahına uygun önceden hazırlanmış tanıtım filmleri, İngilizce- Türkçe hatta Arapça hazırlanamaz mı?
İki gün önce İDO ile Yalova Armutlu’dan İstanbul’a gidiş- dönüş seyahat yaptım. Hava çok güzeldi. Cam kenarında oturunca biraz resim ve video çekip paylaştım. Camlar kirden sanki buzlu cam gibi olmuş. Telefonun mu kirli dediler. Bu zaten mümkün değil.
İDO alt salonda bir tane büyük, aralarda da her koridor boyunca ikişer küçük televizyon var. Bilin bakalım ne yok.! Açmadıkları için yayın yok.
Koltuklar ve yerler (halı) sanırım camlar gibi son bir aydır temizlenmemiş. Dezenfektan cihazlarından bazıları bozuk. Tuvaletlerde temizlik kontrol formu yok. Ama arada bir dolaşan gemi insanı sesleniyor; “Lütfen maskenizi çıkarmayın.” Yer halılarının ne kadar mikrop biriktiğinden bile haberleri yok hazretlerin.
İnternet yok, temizlik yok, TV yayını yok, ilaçlama yok, koltuk aralarında boşluk yok, İngilizce yönlendirme yazıları yok, gittiğimiz yerin tanıtım videosu yok, yani yok oğlu yok.!
Çağırdım gemi personelini ve bu eksiklikleri söyledim. Kem, küm edip “kaptana ileteceğim” dedi. Etraftan bazı yolcular “tam ben de aynı şeyleri düşünüyordum” türü laflar etmeye başladı.
Evet salgın nedeniyle turizmde kötü günler yaşıyoruz. Ancak bir yandan da ücret ödeyerek satın aldığımız hizmetin kalitesini ve çok da zor olmayan, zaten olması gerekenleri hatırlatmak zorundayız. Özellikle de görevini yapmayan veya ihmal edenlere.
Sanırım rekabet şartları oluşmadığı için “işine gelirse bin” umursamazlığı var.
Sayın Ekrem İMAMOĞLU toplu taşım araçlarında internet kullanımı, her gün dezenfekte edilmesi gibi alınan önlemleri ve projelerini anlatırken doğrusunu yapıyor. Her yönetici görevini keşke bu sorumluluk içinde yapabilse.
Toplu taşımlarda sorumluluk sahibi ve denetim görevi olan başka kurumlar da var. Sağlık bakanlığı, çalışma bakanlığı, Aile bakanlığı, İçişleri bakanlığı, Maliye bakanlığı, Turizm bakanlığı, Ulaştırma bakanlığı ilk aklıma gelenler. “Saldım çayıra, mevlâm kayıra” tipi sorumsuzlukla bir özel şirketin kafasına göre iş yapmasına nasıl izin verilir? Aslında sorun biraz da denetim eksikliği.
2011’de satılan İDO için o tarihte yapılan ihaleyle ilgili hataları her boyutuyla anlatmışım yazımda. İDO’yu yaratan İstanbul halkına kötülük yapıldığını, ihale sürecinin ve yapılma şeklinin olup bitti ile bilinmeyenlerle dolu olduğunu yazmıştım.
Yazımın bir bölümünde “BİR ÖZELLEŞTİRME MODELİ OLARAK İDO” bölümünden yaptığım alıntı aşağıda;
“….Zaten tekel durumda olan bir şirketin özel kişilere satışına onay veren rekabet kurulunun verdiği onayı nasıl anlamam gerektiğini de hala anlayabilmiş değilim ya!! Satış sonrasında, bir siyasetçinin dediği gibi denizi bilmeyen, deniz ile ilgisi “hava limanının”, “limanı” kadar olan, içinde uluslararası otobüs işletmecisinden, hava limanı işletmeciliğine kadar her iş kolundan birilerinin bulunduğu ama denizcilikle yeni tanışanlardan oluşan, hadi bilemedin belki yat kaptanlığı ehliyeti olan bir gruba; Türkiye’nin en büyük denizcilik ve yolcu taşıma filosu teslim edilmiştir. Diyelim rekabetten sınıfı geçtiler, yeterliliği nasıl aldılar?”
Yani başımıza gelecekleri sanki o tarihte görmüşüm. Bana bir kişi çıkıp da “iyi ki özelleşti, artık çok daha güzel hizmet veriliyor” diyebilir mi? Yazımın içinde sadece bu değil, rekabet kurulu dışında bu ihaleyle ilgili gerekli denetimler yapıldı mı diye soruyorum.
Türkiye’nin en büyük, denizde yolcu taşıma filosu bir hiç uğruna aceleyle satılmış, beceriksizce yönetiliyor.
Ben de kalkmış Turizm açısından toplu taşımaların öneminden bahsediyorum.
Sevgiler ve saygılar sunuyorum.
Eski bir yazı olmakla birlikte, yaşadığımız salgın ve ekonomik krizle boğuşurken, üstüne siyasi krizi de koyunca toplumda ki mutsuzluğun, umutsuzluğa dönüşmeye başladığını hissederek üzerinde bazı eklemeler yaparak belki katkısı olur ümidiyle sizlerle yazımı paylaşmak istedim.
Günlük ticari yaşamda işletmelerdeki birim yöneticileri, genel müdür ve yönetim kurulu üyeleri, yoğun bir koşuşturma içinde problem çözmeye odaklanmış olarak adeta engelli koşu parkurunda gibidirler. En mutlu oldukları zaman, problemin giderildiği ve işlerin yoluna girdiği andır. En stressiz ve rahat oldukları zaman ise paraların düzenli gelmeye başladığı, kabarık banka hesapları ve çek-senet tahsilatlarıdır. İşte bu noktada kazanılmış ciddi bir başarıdan söz etmek durumundayız.
Kimsenin huzurunu kaçırmak istememekle birlikte, bu pembe tablonun, tehlikeli bir dönemece girildiğinin de habercisi olduğunu hissetmek gerektiğine inanıyoruz. Yani deneyimli yöneticiler böyle düşünürler. Çünkü önemli olan uzun dönemde istikrar ve gelişmeyi yakalayarak, kurumsal yapılanma (devlette yapısal reformlar) ile sorunların çözülmesi ve üst yönetimin daha stratejik kararlar alınmasıdır.
İktidarlar için de geçerlidir bu tehlike. Fazla rehavete kapıldıklarında işler bir anda tersine dönüverir. Askerlik biliminin gerçeklerine göre yukarıdaki durumda kazanılmış bir savaştan söz etmek mümkün değildir. Belki bir mevzide (savunma hattında) tutunmaktan veya hedefe doğru ilerlerken yol üstünde ki, piyasayı daha iyi gözetleme ve ateş-penetrasyon imkanları sağlayabileceğimiz küçük bir tepecik ele geçirmiş olduğumuzu kabul etmemiz gerekir. Yani kazanımımız küçük birlik (muhasebe-pazarlama ve/veya üretim departmanı) seviyesinde ki taktik bir başarıdır.
Yöneticiler ve liderler ancak stratejik başarılardan mutlu olmalıdırlar. Bu ise bilindiği gibi hedefe kilitlenerek, tüm birimlerin enerjisi ve toplamının yarattığı ekip ruhunun sonucundaki sinerji ile (takım oyunu) mümkündür. İşte bu noktada liderin aldığı stratejik kararların önemi ortaya çıkar. Piyasa dengeleri, ekonomik avantaj ve engeller, üretim, hammadde, iletişim olanakları v.b.ile sahip olduğu insan gücü (uygulayıcılar ve planlayıcılar) kaynaklarını, istihbarat sonuçlarını, kendisi ve rakiplerinin olanak ve yeteneklerini karargah (danışmanlarının) öneri ve teklifleri ile en iyi şekilde değerlendiren komutan (lider) için artık o kritik sorunun “NASIL’ın” cevabını verme, yani KARAR’ını bildirme sırası gelmiştir. İşte bu noktadan sonra kazanılmış ve/veya kaybedilmiş bir savaştan söz edebiliriz.
Bu cevabı astlarından ve karargahından bekleyerek “onlara insiyatif verdim” deme lüksüne hiçbir lider sahip değildir. Zaten o şekilde hareket eden yönetici de lider değildir. Başka açıdan bakıldığında ise liderin, danışmanlarını ve astlarını da en doğru şekilde çalıştırıp kendisinin alacağı kararlarda hata yapma riskini minimuma indirgemesi gerekir.
NASIL’ın doğru cevabını (Stratejik kararı) alan lider, sorumluluğunun da bilincindedir. Yetki ve sorumluluk kavramlarının zaman, zaman karıştırılıyor olmasının altında da bu bilinç yatmaktadır. İster Türk Ticaret Kanunu, isterse mali ve hukuki piyasalar açısından çok net olarak tanımlanmış olsa da, bir başarısızlığı astlarına ve karargahına (danışmanlarına) atma telaşında olan yöneticiler, siyasetçiler hatta iktidarlar az değildir. Tabii ki hoş da karşılanmamaktadır. İyi bir lider, yönettiği kurumda “yaptığı ve yapmadığı her şeyden sorumlu” olup, başarısızlık ve olumsuzluk hallerini dahi sahiplenerek onları başarıya dönüştürme azim ve kararlığını gösterebilme becerilerine sahip olmalıdır.
Peki ekonomik koşullar, teknolojide ve pazardaki gelişmeler, yakalanan fırsatlar v.b. nedenlerle bu stratejik karar (ana hedef) değiştirilemez mi? Hayır efendim değiştirilemez. Belki revize edilebilir. Uygulamada ediliyor da. Çünkü revize edilen karar yeni bir hedefi tarif etmez. İstikamet ve stratejileri değiştirmez. Ancak bu çok sık olmamalı. Aksi halde astlarınıza, organizasyonunuza ve vatandaşlara değişikliği anlatamazsınız ve bozguna uğrarsınız.
Buna en iyi örnek kısa, net ve içinde her şeyin tarif edildiği, büyük Atatürk’ün bir cümlelik kararıdır. “İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.