Sadece bir matem günü değil; bir hatırlayış, bir iç hesaplaşma, bir diriliş günüdür.
Bugün yalnızca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü değil, onunla birlikte ayağa kalkan, vatan toprağına düşüp bu millete bağımsızlık bırakan tüm şehitleri anma günüdür.
Onların çağrısı hâlâ rüzgârda, taşlarda, bayraklarda yankılanıyor…
Peki biz, o sesi hâlâ duyabiliyor muyuz?
Birinci Dünya Savaşı sona ermiş, Osmanlı İmparatorluğu Sevr Antlaşması’nı imzalamıştı.
Ordunun silahları alınmış, askerleri terhis edilmişti.
İzmir Yunan çizmeleri altında, İstanbul İngiliz zırhlılarının gölgesindeydi.
Milletin yüreği ezilmiş, ümidi söndürülmek istenmişti.
Ama bir adam, Sarayburnu’nda durdu.
Boğaz’ı saran düşman gemilerine baktı ve tarihe kazınan o sözü söyledi:
“Geldikleri gibi giderler.”
İşte o söz, bir milletin yeniden doğuşunun başlangıcıydı.
Ve o doğuşa inanan nice isimsiz kahraman, cepheye giden sessiz bir yolculuğa çıktı.

O kahramanlardan biri de Beylerbeyi’nde yaşayan Yüzbaşı Şekip Efendi idi.
Üç küçük kızı, bir eşi, yaşlı anne ve babasıyla mütevazı bir ahşap evde yaşıyordu.
Bir sabah kapısı çaldı. Eline küçük bir pusula tutuşturuldu:
“Yüzbaşım, vatan sizden hizmet bekliyor. Ankara’ya gelmelisiniz.”
Şekip Efendi uzun uzun düşündü. Eşiyle konuştu. Kadın vakur bir sesle şöyle dedi:
“Git efendi… Bu vatanda evlatlarımızın yüzüne bakmak için git.
Bayrak için git.
Ezan için git.”
O gece ayrılık vaktiydi.
Çocuklar babalarına sarıldı, anneleri gözyaşını gizlemeye çalıştı.
Şekip Efendi diz çöktü, kızlarının yüzüne baktı:
“Döndüğümde size ne getireyim?” diye sordu.
“Bebek isteriz, baba…” dediler.
Şekip Efendi kızlarını son bir kez kucakladı, kokularını içine çekti.
Nereden bilsinler, babalarının bir daha dönmeyeceğini?
Kütahya Çalköy yakınlarındaki çarpışmalarda, asker yorgun ve yaralıydı.
Yetersiz silah ve cephaneye rağmen Yunan ordusu püskürtüldü.
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır”
sözünün gerçeğe dönüştüğü yer orasıydı.
Yüzbaşı Şekip Efendi ağır yaralıydı.
Son nefesinde, köylü Hasan Efendi’ye küçük bir çanta uzattı:
“Bunları kızlarıma ver,” dedi.
Ve kelime-i şehadet getirerek ruhunu teslim etti.
O çantanın içinde üç bez bebek vardı.
Yıllar geçti.
Şekip Efendi’nin kızları büyümüş, en küçükleri Maide öğretmen olmuştu.
Cumhuriyet çocuklarını yetiştiriyordu artık.
Yıllardan 1970’ti. Maide öğretmen her yıl öğrencilerini şehitliklere götürürdü,
“Bu topraklar kolay vatan olmadı.” derdi.
Ama kalbinde hep aynı özlem vardı:
“Keşke babamın bir mezarı olsaydı…”
Bir gün, öğrencileriyle Afyon’daki şehitlik gezisinden dönerken, otobüsleri Kütahya Çalköy’de bozuldu.
Araç tamir edilirken Maide öğretmen köyün bakkalı Hasan Efendi’yle sohbet etmeye başladı.
— “Nasılsın amca?”
— “Sağ ol kızım, nereden gelir nereye gidersiniz?”
— “Çocuklarla şehitlikleri gezdik, dua ettik. Dönüyoruz İstanbul’a.”
— “Bizim burada da bir şehitliğimiz var kızım. Ziyaret ettiniz mi?”
— “Yok amca, nerede?”
— “Hemen şurada. Kendi ellerimizle toprağa verdik Yüzbaşı Şekip Efendi ve askerlerini.”
O an, Maide öğretmenin dizlerinin bağı çözüldü.
Yıllardır aradığı babasının mezarı önündeydi.
Babası çağırmıştı onu…
Kendine geldiğinde, Hasan Efendi’ye tüm detaylarıyla anlattırdı.
Bir süre sonra Hasan Efendi içeri girdi, elinde eski bir asker çantasıyla döndü.
“Hoca Hanım, babanız size vermemizi istemişti,” dedi.
Maide öğretmen çantayı açtığında, içinde üç bez bebek buldu.
Ağlaya ağlaya bebekleri kokladı; tıpkı babasının onu son kez kokladığı gibi…
Yıllar geçti.
Kütahya Aizonai Film Festivali’nde bir başka kavuşma yaşandı.

Yıl 2022…
Festival Komite Başkanı Bülent Cebeci Bey, son gün şehitlik ziyaretinde konuklarıyla birlikteydi.
Ziyaret edilen Baba Oğul Şehitliğinde birden bir kadının ağlama sesi duyuldu.
Ekipten Meryem Hanım’dı bu. Yanına gittiklerinde titreyen sesiyle yalnızca şunu diyebildi:
“Dedem beni çağırdı… Onun sesini duydum. Dedemin nerde yattığını bilmiyorduk bak şehit dedem beni çağırdı.” Ve “Altı çocukla babaannemi bırakıp giderken şunu söylemiş dedem. ‘Ya şehit ya gazi elbet döneceğiz’ demişti ama dönmemişti. İşte şimdi döndü. Keşke babaannem de görseydi mezarını. Şehit olduğunu tahmin ediyorduk ama nerede yattığını bilmiyorduk. Bak bu benim dedem beni çağırdı buraya. Geldim dedeciğim toprağını koklamak için, sana bildiğim tüm duaları okumak için geldim. Artık biliyoruz buradasın ana kucağında vatan toprağındasın. Sen rahat uyu”

Mezar taşında şu yazıyordu:
“Amasya Merzifonlu İsmailoğulları’ndan Musa — 1922.”
O, Meryem Oymak’ın dedesiydi.
Bir asır sonra, torunuyla buluşmuştu.
Bu milletin tarihi, işte böyle sessiz mucizelerle doludur.
Bir annenin duasında, bir öğretmenin gözyaşında,
bir taşın altındaki isimsiz kahramanda yaşar Cumhuriyet.
10 Kasım, sadece bir anma günü değil;
şehitlerin ve Atatürk’ün sesine yeniden kulak verme günüdür.
O ses, bize hep aynı şeyi söyler:
“Vatan emanet, hürriyet kutsal, Cumhuriyet sonsuzdur.”
Bugün o sesi duyalım.
Şehitlerin çağrısına kulak verelim.
Ve bir kez daha diyelim:
Ruhunuz şad olsun Atam…
Minnetle, şükranla, özlemle…
Yorum Yazın