• Türkiye Sahaya Girdi
      Efsane Başkan Musa Serdar Çelebi, sonsaat.com.tr'ye önemli açıklamalarda bulundu.
    • Türkiye Sahaya Girdi
      18.11.2025 - 10:41 | Güncelleme:18.11.2025 - 10:41

      Nuh Mehmet Deniz: “Türkiye Cumhuriyeti’nin Somali, Sudan, Etiyopya gibi ülkelerde; özellikle Afrika’nın ‘Afrika Boynuzu’ olarak adlandırılan bölgesinde ciddi bir ticari, siyasi ve askerî yapılanma içerisinde olduğunu görüyoruz. Bunun gerekçesi sizce, bir fikir adamı olarak, neden ortaya çıktı?”

      Musa Serdar Çelebi: “Türkiye, Afrika konusuna yalnızca son 15–20 yılda değil, çok daha önceki dönemlerde eğilmek durumundaydı. Çünkü sahip olduğu dünya görüşü, tarihsel hafızası ve Osmanlı döneminden kalan miras, buna uygun bir bakış açısı sunuyordu. Düşünün; 19. yüzyılın zorlu şartlarında bile, gerekli imkânlar oluşturulduğunda Osmanlı Devleti’nin Güney Afrika’ya kadar uzanabilecek bir vizyona sahip olduğunu görüyoruz.

      Bunun en önemli örneklerinden biri Cape Town’a yapılan tarihî gönderimdir. Bilindiği üzere, Cape Town’daki Müslümanlar, İngiliz sömürge valisine başvurarak bir mektubun hilafet merkezine ulaştırılmasını talep etmiştir. İstekleri, buraya Müslüman halkın eğitimi için bir din adamı gönderilmesidir. O dönemde, bugün bulunduğumuz Üsküdar’dan Ebu Bekir Efendi’nin Güney Afrika’ya gönderildiğini biliyoruz.

      Bu örnek bize şunu gösteriyor: Afrika’nın birçok ülkesinde, bugün adı pek anılmayan fakat geçmişten gelen güçlü ortak miraslarımız ve müşterek değerlerimiz bulunmaktadır. Türkiye, özellikle 2012’den sonra ekonomik açıdan toparlanıp Avrupa ile ilişkilerini belirli bir seviyeye getirdiğinde, uluslararası toplantılarda Afrikalıların yaşadığı ıstıraplara daha fazla şahit olmaya başladı. Hem tarihin omuzumuza yüklediği sorumluluklar hem de İslâm kardeşliği sebebiyle, Osmanlı Türk Devleti’nin o dönemki politikalarının yalnızca güvenlik odaklı olmadığını; aynı zamanda bölgede yaşayan insanların, özellikle Müslümanların insanca yaşayabilecekleri bir ortamın oluşmasına yönelik kapsamlı düşünceler içerdiğini hatırlamak gerekir.

      Türkiye bu gerçeği fark etti; imkân buldu, zemin buldu ve Afrika’ya yöneldi. 21. yüzyıla girilmiş olmasına rağmen Afrika’nın birçok bölgesinde hâlâ sömürgeci uygulamaların devam ettiğini, Fransızlar ve İngilizlere bağlı yapıların insanları ezdiğini görmezden gelmek mümkün değildi. Türkiye sahaya girdi. Dönemin başbakanı, sonraki Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Afrika halklarının gönlüne hitap eden cesur yaklaşımıyla bölgede önemli bir hareketlilik ve dönüşüm meydana getirdi.”

      Nuh Mehmet Deniz: “Peki efendim, burada bir virgül koymak isterim. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Afrika’da yüreklere dokunduğunu ifade ettiniz.
      Musa Serdar Çelebi: “Evet, gerçekten Türkiye Cumhuriyeti’nin Afrika’da güçlü bir sahiplenme duygusu var ve aynı şekilde Afrika halkları da Türkiye’ye karşı ciddi bir yakınlık gösteriyor.”

      Nuh Mehmet Deniz: “Fakat Soğuk Savaş dönemine baktığımızda, Afrika’daki silahlanmanın ağırlıklı olarak Rus ve İngiliz eksenli olduğunu görüyoruz. Geçtiğimiz yıl Çin Halk Cumhuriyeti bir ‘Çin Açılımından bahsetti ve şöyle bir deklarasyon yayınladı: ‘Ben Afrika’daki 54 ülkenin 52’siyle stratejik iş birliği anlaşması yaptım.’ Aslında bu açıklamanın alt metni şuydu: Çin, Afrika’ya el koyduğunu ilan ediyordu.

      Bu gelişmelerin ardından Türkiye’nin hamleleri, aynı şekilde İngiltere’nin bazı adımlarıyla paralellik gösterdi. Ancak en önemli kırılma noktası şuydu: Birleşmiş Milletler’in daimî üyelerinden Fransa, bölgeden adeta kaçarcasına çekildi.

      Benim sorum şu olacak:

      1. Fransa’nın ve İngiltere’nin boşalttığı alanı Türkiye mi dolduruyor?
      2. Soğuk Savaş dönemindeki Rusya’nın bölgede kurduğu silah yapılanmasının yerini bugün Türkiye Cumhuriyeti mi alacak?”

      Musa Serdar Çelebi: “Gözlemlerim şudur: Türkiye Cumhuriyeti, Çin’in Afrika’da yaptığı çalışmaları zaten tüm dünyanın gözü önünde yürütülen faaliyetleri yakından takip ediyor. Çin’in 52 Afrika ülkesinde yürüttüğü projelere baktığımızda şunu görüyoruz: Çin, büyük yatırımlar yaparak, projeleri üstlenerek ve güçlü ekonomik imkânları sayesinde çok cazip teklifler sunarak, Avrupalıların yüzyıllardır sürdürdüğü sömürgeci yaklaşımın tam aksine bir yöntem izliyor. Avrupa devletleri geçmişte ‘her şeyi alıp hiçbir şey vermeme’ anlayışıyla bu ülkeleri sömürürken, Çin adeta ‘Bu projeleri ben gerçekleştiririm; karşılığında şu madenlerinizi, şu kaynaklarınızı alırım’ diyerek bir barter (takas) sistemi ile Afrika’ya yaklaşıyor. Bu yöntem, bazı Afrika ülkelerinin hoşuna gitti; en azından birileri gelip bir şey yapıyor düşüncesi bile onlar için önemliydi.

      Çin’in nüfus olarak da Afrika’ya girmeye başladığını görüyoruz. Bazı tahminlere göre Afrika’daki Çinli nüfus 1 milyonun üzerinde. İki yıl önce Moritanya’ya gittim. Moritanya, tarih boyunca bizimle fiili bir birlikteliği olmasa da hilafet merkezine bağlılıkları ve Şazelî tarikatı üzerinden kurdukları manevi bağlar nedeniyle Türkiye’ye büyük sempati duyan bir ülkedir. Ülkeye gittiğimde yapılacak çok iş olduğunu gördüm. Fransız sömürgesi olan Moritanya’da Fransa bugüne kadar elle tutulur bir yatırım yapmamıştı. Buna karşılık Çinliler, Senegal Nehri kıyısında geniş bir alanda hayvancılık faaliyetlerine başlamıştı. Bu durum Moritanyalıları memnun etmişti; hiç olmazsa birileri gelmiş ve işe başlamıştı.

      Bu hareketlilik üzerine Türk girişimciler de harekete geçti. Bugün Moritanya’da 50’nin üzerinde Türk balıkçılık şirketi faaliyet gösteriyor ve tonlarca balık Türkiye’ye taşınıyor. Demek istediğim şudur: Çin’in Afrika’daki varlığı bazı ülkeleri harekete geçirdi ama en çok da Türk girişimcilerine cesaret verdi.

      Tabii bu sürecin altyapısı, Türkiye’de yapılan ciddi toplantılarla desteklendi. Sayın Cumhurbaşkanımızın o dönem yaptığı Afrika ziyaretleri, ardından Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu Hoca’nın öncülüğünde İstanbul’da düzenlenen ilk Afrika Müslümanları Şurası, bu niyetin somut adımlarıydı. Yanlış hatırlamıyorsam 27 ülke bu toplantıya katılmıştı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar geniş katılımlı bir toplantı, Afrikalı din adamlarıyla yapılmıştı.

      Bunun yanında, Birleşmiş Milletler’de Türkiye’nin yaptığı konuşmalar; Afrika’daki insanların ve özelde Müslümanların sorunlarına değinen, çözüm teklifleri sunan, sömürgeci yaklaşımları açıkça eleştiren mesajlar, Afrika toplumlarında derin ve kalıcı etkiler bıraktı. Bunu gittiğimiz her ziyarette görmek mümkün.

      Kuzey Afrika ile olan ilişkilerimiz ise tarihî bir arka plana dayanıyor. Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren birçok ülkeyle 300–400 yıllık temiz bir mazimiz var. Her ne kadar son 100 yılda bir hafıza kopukluğu yaşansa da bu bağlar yeniden canlanıyor. Türkiye’nin Afrika’dan vazgeçmesi mümkün değildir. Çünkü Türkiye, kendi bölgesinde geniş çaplı bir barış ortamı oluşturmak istiyorsa Kuzey Afrika’yı da hesaba katmak zorundadır. Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas gibi ülkeler Türkiye’ye yakın ülkelerdir ve Türkiye de bu ülkelere her zaman samimiyetle yaklaşmaktadır.

      Elbette bütün bu ilişkiler ciddi planlama ve ekonomik güç gerektiren çalışmalardır. Bazen plan yaparsınız ama uygulamak zor olur. Buna rağmen Türkiye ilişkilerini sürekli geliştirmektedir. Akdeniz’i kaybetmemek ve tarih boyunca birlikte olduğumuz kardeşlerimizi yeniden kucaklamak artık Türkiye’nin gündemindedir ve Türkiye bu çalışmaları sürdürecektir.

      Bu süreç, Rusya, Çin ya da ABD ile değil; daha çok geçmişte sömürgeci faaliyetlerde bulunmuş Avrupa ülkeleriyle bir rekabet şeklinde ilerleyecektir. Çünkü bugün en büyük rahatsızlık bu ülkelerde yaşanmaktadır. 1950’lerden itibaren Fransa ve İngiltere Afrika’dan ciddi biçimde çekilmek zorunda kaldı. Hâlâ bulundukları yerler olsa da etkilerinin giderek azaldığını görüyoruz. Bu etkiyi korumaları artık kolay olmayacaktır. Çünkü Afrika halkları bağımsızlığın ne demek olduğunu görüyor; bunun bilinci ve idrakiyle hareket ediyor.”

      Yorum Yazın

      Yorum yazarak topluluk kurallarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Son Saat hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.