MASUM DEĞİLİZ, HİÇ BİRİMİZ! / Taksi’m den geçenler

Yine Beşiktaş!

Pazar sabahı…

Saat iki-üç…

Gece yarısı yani.

Meydana yakın bir yerde yolcu indirdim. Sonrada her zamanki gibi taksimetreyi sıfırlayıp hareket ettim. Tam bu esnada iki kişinin el ettiğini gördüm. Tekrar yanaştım kaldırıma ve az önce el eden arkadaşları beklemeye başladım. Fakat ben o arkadaşları beklerken taksi bekleyen başka biri, hemen ön kapıyı açtı ve oturdu. Halbuki bana el eden adamları o da görmüştü. (Ben bu hareketten epeyce rahatsız oldum. Hele de böyle “akvaryum kurnazlığı” yapan insanları hiç sevmem ya; neyse! Rast gelecek işte…!)

Adama dönüp “Kardeşim, ” dedim. “Bak, öbür arkadaşlar senden önce el etti ve ben onlar için durdum.” Adam daha lafa girmeden öbürküler geldi ve açık camdan içeriye doğru “Abi devam et, fark etmez, biz başka taksiye bineriz” dedi. Tabii hâl böyle olunca, bana söz kalmadı. (Benim için ne olacaktı ki? Taksiciydim ben! ‘Kral öldü, yaşasın yeni kral!’ demek durumundayım, her daim)

“Evet abi, dedim “Nereye gidiyoruz?” Bana eliyle yolu işaret ederek sert sert “Devam et kardeşim!” dedi. (Alışıktık! “Eyvallah,” dedik ve devam ettik.)

Arkadaş oldukça sinirli bir haldeydi. Elindeki cep telefonundan, 153’ü aradı durdu. (Bu arada da, cep telefonundaki handsfree tuşunu açmış ve olan bitene şahitlik etmem için, telefonu çaktırmadan bana doğru yaklaştırmıştı. Artık konuşulanları bende duyacaktım.) Ben, Beşiktaş’ın o meşhur paket taşlı dar sokaklarını arşınlarken, o da bana eliyle “sağa-dön sola dön” işareti yapıyordu. (Aslında ilk bindiğinde ona “navigasyondan açmak için” gideceğimiz sokağın adını sormuştum ve o da bana -yine sinirli bir ses tonuyla-“Gerek yok kardeşim, ben tarif ederim” demişti. Gerçi tarif derken aklıma bu “el yordamı” mevzuları hiç gelmemişti. Ama, müşteri oydu ve ben onun dediklerini yapmak zorundaydım. (Böyle hem cep telefonuyla konuşup, hem de yol tarif etmek isteyen müşteriler, genel olarak yolu geçtikten sonra tekrar yolu tarif etme durumuna düşerler. Ama bu arkadaşta öyle olmadı. Hem cep telefonuyla vatandaş temsilcisine bağlanmak için yönergeleri takip edip pıt pıt tuşlara bastı ve hem de gözü yolda, beni takip edip, yönlendirdi.)

Cep telefonundan aradığı büyükşehir “vatandaş” hattı (Yani 153) bu sinirli vatandaşı bir türlü vatandaş temsilcisine bağlamıyordu. Ard arda defalarca aradı. 153, her seferinde yeni bir yönerge çıkarıyor ve “Söylediğiniz tam olarak anlaşılamadı. Lütfen tekrar söyleyiniz” diyordu. Bıkma niyeti yoktu arkadaşın. Karşıdaki sesli mesaj kaydına “Taksi… taksiciler… taksi şikayeti” deyip durdu. Birkaç defa daha telefon açılıp kapandı. Ve nihayetinde aramaların birinde vatandaş temsilcisini tutturdu bizim adam(!) Karşısında kibar ve profesyonel eğitimli bir bayan vardı.

153’ün “Vatandaşla Muhatap Bayanı” daha “lam cim” demeden bizimki başladı hararetli hararetli konuşmaya. Önce bir saattir(!) büyükşehir belediyesini aradığını ve vatandaş temsilcisine bağlanamadığını; sonrasında ise kadına “Hanımefendi, taksicinin biri beni görüp durdu ve camdan nereye gideceğimi sordu. Bende ‘Ortaköy’ deyince ‘Ben şimdi o tarafa gidemem, başkası götürsün’ deyip, gazladı gitti. Arkasından öylece kalakaldım. Plakası şu şu! Bu arkadaşı mutlaka bulun ve ceza verin. Şu an çok sinirliyim… Ben şikâyetimin takipçisi olacağım. Mutlaka ceza almalı bu tip insanlar. Bu arkadaşın belgesi mutlaka iptal edilmeli. Olmaz ki böyle, paramızla rezil oluyoruz” diyerek, şikayetini detaylı bir şekilde anlatmaya başladı.

Karşıdaki bayan profesyonel biriydi. Önce “153’ü aradığınız için teşekkür ederiz” diyerek kızgın boğa(!)nın gazını aldı. Daha sonra da aynı nazik tonla “Evet beyefendi çok haklısınız, zaman zaman böyle şikayetler alıyoruz maalesef… Siz şimdi bu olayın nerede ve hangi tarihte gerçekleştiğini söylerseniz bende sizin için bir şikâyet metni oluşturacağım” dedi. Adamın bu “sakin ve güven verici” ses tonu karşısında siniri geçmişti. Telefondaki hanımefendiyle daha sakin konuşmaya başladı. Bir taraftan konuyu en baştan tekrar anlatıyor; diğer taraftan da ibreti alem olsun(!) diye konuşmalarını açıktan bir taksiciye -yani bana- dinletme zevkini yaşıyordu.

Şikayeti bittikten sonra telefonu kapattı ve bana dönüp “Kardeş kusura bakma, senin için söylemiyorum!” dedi. (Benim -taksiciler adına- ezilip büzülerek, savunma pozisyonuna girip cevap verme niyetim hiç yoktu! Ona o zevki tattırmayacaktım) “Walla arkadaş bana ne?” dedim. “İstediğin gibi şikayet et! Ben hiç üstüme alınmadım zaten” Ben böyle deyince ortalıkta bir anda soğuk bir rüzgâr esti. Adam bu tür bir cevap beklemiyordu. Havayı yumuşatmak niyetiyle “Yok abi” dedi “Yani tabi ki düzgün taksiciler de var? Onlara sözümüz yok!” (Bu tarz bir sohbeti devam ettirmek istemiyordum. Derin bir sessizlik oldu. Ama yol da birazdan bitecekti. Belki biraz yumuşaklık lazımdı) “Walla kardeşim,” dedim. “Benim taksimin kapısını kim açarsa biner. Parasını ödedikten sonrada, nereye isterse gider. Mevzu bu!” (Arabanın içi renklenmişti ve sanki koyu bir sohbete başlamak üzere olan, iki insan vardı şimdi…) “Helâl olsun abi” dedi. “Ben pek rast gelmiyorum ama, senin gibi dürüst taksicilerde var demek ki. Önemli olan dürüst insan olmak, gerisi boş” vs… babından birçok cümle kurdu. (Bu arada dürüstlük üzerine, özlü sözler de biliyormuş, onu da öğrendik! Neyse…)

Sağdan soldan derken Ortaköy'e geldik. Zifir karanlık bir sokaktı burası. “Abi, kaç lira tuttu?” dedi. “Elli sekiz lira” dedim “Ama indi-bindi yetmiş!...” “Tamam abi,” dedi. “Sorun yok, al şunu…” Baktım elime seksen lira vermiş… On lira bahşiş yani.

Böyle durumlarda -bazen- gerçekten güzel muhabbetler olur, müşteri de yolun nasıl bittiğini anlamaz ve üç-beş ateşler, Allah bereket versin. Bu alışıldık bir şey, tamam! Ama burada durum biraz farklıydı. Ortada öyle kral bir muhabbet dönmemişti ki? Benden hoşlandığını da hiç sanmamıştım adamın. Neyse, nihayetinde çanak çömlek patladı ve kazın ayağı göründü; “Abi,” dedi bana “Boş bir taksi fişi verir misin?” (İşte bu kötü olmuştu benim için. Sezgilerim vardı fakat; doğrusu bunu hiç beklemiyordum. Arkadaşın ağzından çıkan o “Dürüstlük Güzellemeleri” Beşiktaş semâlarına karıştı gitti. Bir anda kısa devre oldu her şey. Biraz kızgınlık ve birazda alaycı bir tonla gevşek gevşek kocaman bir “Cıkss!” çektim adama. Ve hemen ardından ‘L’ harfine basa basa “Ollmaz!” dedim, olmaz! (Adamın tuhaf bir şekilde beni bırakmaya niyeti yoktu. Pervasız pervasız devam etti) “Peki,” dedi “130 liralık fiş yazar mısın?” “Yok,” dedim “Yazmam! (Adam çetin ceviz çıkmıştı, aynı şekil devam etti) “Peki, kaç liralık yazarsın?”

“Yetmiş liralık yazarım”

“O zaman 10 liramı geri ver” (İşte bunu hiç ama hiç beklemiyordum! Birden gülmek geldi içimden. Ama gülmemeliydim. "Bana ne! Ver misketlerimi geri, oynamıyorum!" gibi bir durumdu bu :)

Elimdeki kağıt paraların arasından bir kırmızı onluk çekerek, bu dürüst(!) müşterime geri verdim ve “Hay hay kardeşim, al on liranı...!” dedim.

...

Adam, sinirli bir şekilde parayı cebine soktu ve bir çırpıda yazdığım taksi fişini eline alıp, kapıyı çarptı, gitti.

...

O kadar yol getirdik gece vakti; bir kuru teşekkürü(!) bile çok gördü zağar :)   

...

Bazen sorarız ya “Toplum olarak ne zaman adam olacağız?” diye.

Bence bu soruyu -vatandaşlar olarak- birbirimize hiç sormayalım.

Ha, ille de soracak olursak, bir aynanın karşısına geçip, kendimize soralım! “Elden vefa, yoğa benzer!”

Kalın sağlıcakla!

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Recai Nurcan - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Son Saat Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Son Saat Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Son Saat Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Son Saat Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.