Her fırsatta vurgulamak istemiyorum bu kelimeyi ama galiba en çok “bizim kuşak” seviyor sahaflarda dolaşmayı. Baskı tarihi bizim yaşımızla müsemma kitapları görünce en çok biz duygulanıyoruz gibi geliyor. Geçmişe doğru şöyle dönüp baktığımızda, o masum ve meraklı halimizi görüp kendimi çizgi romanların arasında dolaşan birer çizgi roman kahramanı sanıyorum hala.
Kazananın değil kaybedenin yanında olmayı; güçsüzleri, zayıfları, muhtaçları, fakirleri korumayı öğrendiğimiz, yıllarca elimizden düşürmediğimiz çizgi romanların derin izlerini sahafları gezerken fark ettim. Bizim “iyi” kahramanlarımız vardı: Teksas, Tommiks, Zagor, Red Kit, Tenten...Yerli çizgilerden Tarkan, Karaoğlan, Malkoçoğlu ve daha niceleri… Mahallenin iyi çocukları ve kötü çocukları arasında saf durduğumuz, erkek çocuğu gibi belimize bağladığımız su tabancası, kama yerine kullandığımız tahta parçasıyla kendimizi “en cesur kahraman” ilan ettiğimiz yıllardı.
Bizim çocukluğumuz kızamık, kızıl, kabakulak, suçiçeği çıkarıp en az iki hafta derslerden yırtmak için arkadaşının yanına yatan bir kuşaktı. Can yoldaşımızdı çizgi romanlar; sokağa çıkıp oynayamadığımızda, karlı kış gecelerinde, kardeşsiz evlerde her türlü can sıkıntısına ilaçtı.
Çeyiz işlemeyen kızlar
Mesela hiç dantel örmedim. Kız annelerinin tanıştırdığı tığ, şiş, orlon gibi malzemeleri elime almaktansa, ders çalışıyor gibi yapıp kitabımın arasında çizgi roman okumak ve kahramanlık hayallerine dalmak, maceradan maceraya sürüklenmek daha heyecanlıydı. Başlayıp yarım bıraktığım dantel, etamin ne varsa karşıma çıktı sandıkta yıllar sonra. Kendime çeyiz hazırlayamamın müsebbibi, tabii ki kitaplar ve çizgi romanlardı; iyi ki öyle olmuş!
Annemin yırttıkları hariç onlarca, ciltler dolusu çizgi romanım vardı. “Otur dersine çalış” haykırışını duymamak ve kitabın gözümün önce yırtılıp sonra sobaya atılmasını önlemek için en iyi taktik, onları ders kitaplarımın arasında veya divanın, karyolanın altına saklamaktı. Çoğu zaman yarım kalan merakımızı derste, sıranın altında gidermek için binbir şekle girerdik. Öğretmenlere yakalanmamak şarttı.
Çizgi romanların çoğu erkekler içindi ama kızlar için de Fatoş, Mini Maus gibi ithal kitaplar geliyordu büyük kitapçılara. Benim kitaplara olan açlığıma şaşıran tanıdık kitapçı - ruhu şad olsun- her hafta koca bir torba dolusu kitabı eve götürüp dikkatlice okuduktan sonra geri getirmeme izin verirdi. Hiç birine para vermeden okumadığım çocuk kitabı, çizgi roman kalmamıştı. Sahip olmak istediğim kitapların parasını annem öderdi; onları defalarca okurdum; hatta bütün mahalle faydalanırdı. Gazetelerden kestiğimiz Tarkan’ları biriktirir, her fırsatta tekrar tekrar okurduk. Renkli sayfaları daha ağır geçer, bütün çizimleri ayrıntılarıyla incelerdik.
Kitapçının önünde kuyruk
Bizim kuşak, kitapçının açılmasını beklerken sıraya giren bir kuşaktı. Fasikül halinde satılanları çıktığı gün alır, biriktirir sonra ciltletirdik. Ciltli özel sayıları hiç kaçırmazdım. Paramız yetmezdi, kiralardık. Aramızda değiş tokuş diye bir şey vardı. Killing ile heyecanlanır, cep foto romanlarla hayallere dalardık. Bıraksalar atımıza atlayıp tozlu yollarda kötü adamları kovalayacak, taşlı baltamızla ağaçlardan iple düşmanın üstüne saldırıp “Ahhhhyaaaakkkkkkkk!” diye haykırarak kötüleri alt edecektik.
Çizgi roman kahramanlarının garip, hatta bize komik gelen tekerleme sözleri vardı. Akademisyen ve çizer Levent Cantek, yıllar sonra yazdığı “Türkiye’de Çizgi Roman” adlı incelemesinde şöyle anlatıyor: “İlk gördüğüm çizgi roman Tommiks’ti. Teyzem sünnetimde “vakit geçirsin, resimlerine baksın” diye almıştı. Kendi paramla ilk aldığım ise Mister No idi. Beni kandıran abimdi. Ben okuma yazma bilmiyordum. Neyse ki bana hem okudu, hem anlattı. Uçağını tekmeleyen bir adam vardı, şöyle diyordu: “Hay canına yandığım…” Sonraları çizgi romanın çocukların ahlakını bozduğuna dair bilimsel yazılar okudum. Aklım baliğ olmuştu. Ben bol bol küfür ederdim. Yaşadığım yerde argo, öfkeydi, boşalmaydı, mizahtı. Buna rağmen asla “Melun” veya “Hay canına” türünden sözler kullanmadım. Gülerdik bunlara. Çocukken de gülerdik. Komiklik olsun diye “Smack”, “Pack” diye şakadan yumruklaşıp zıpırca gülüşürdük.”
Çizerleri de birer kahraman
Levent Cantek, çizgi roman kahramanı olamayınca çizer olmuş mesela. Futbolla ilgilenmeye başladığında da Galatasaray, Fenerbahçe gibi zengin olduğu için kazanan takımlar yerine, gariban Beşiktaş’ı seçmiş. Cantek, “Türkiye’de Çizgi Roman” adlı inceleme kitabında, tanıştığı çizgi roman çizerlerinin de ilginç özellikler taşıdığını yazıyor:
“Örneğin, Türkiye’nin en eski çizgi romancısı Şahap Ayhan, kaybolmaya yüz tutmuş mohikanlardan… Aşırı dürüst, sözüne sadık, güvenilir ve reklamı hiç sevmiyor. Aslında onun çizdiği kahramanlardan pek farkı yok. Aynen onlar gibi yaşamış. Evini kendi inşa etmiş. Çalışma odasına açılan dehlizler, tüneller yapmış. Haksızlıklara karşı koymayı hep sürdürmüş. Sokaktaki güçsüz hayvanları korumak veya evine giren hırsızlar için Fatih döneminden kalma okuyla yayını kullanmakta tereddüt etmemiş. Nallamış hepsini!”
Popüler kültürün çarkları
Sonra büyüdük ve çizgi romanların da ekonomik kaygılarla üretildiğini öğrendik. Onun da modası varmış meğer; bir kronolojisi, bir ideoloji varmış. Tüketicinin had safhada duygusal etkiler yaşaması, işin ticari niyetler taşıması ve nihayet ideolojik olarak kullanılması söz konusuymuş.
Çizgi romanlar bir ikonmuş; tıpkı bir tişört gibi, saç traşı gibi, arabesk müzik gibi, hızla tüketilen ve yerine yenileri konulan… Kimilerine göre sanat, kimine göre kültürsüzlüğü belgelemek için kullanılan günah keçileriymiş.
Ne gam! Yıllar sonra sahaflarda “içimizi hoplatan” o duygu yok mu? İnce ama derin bir çizik atıyor çocuk yanımıza: “Biz büyüdük ve kirlendi dünya!”
Yorum Yazın