• NUH MEHMET DENİZ
      NUH MEHMET DENİZ

      Son uç / Şam çeliğinin kırılması

      Yayınlanma: 27 Aralık 2024

      Son dönemde dünya siyasetinde öne çıkan gelişmeler, uluslararası dengenin yeniden şekillenmekte olduğunu göstermektedir. ABD'de Donald Trump'ın başkanlık seçimlerini yeniden kazanması, Suriye'deki Esad rejiminin sona ererek yerine Heyet Tahrir Şam (HTŞ)’ın gelmesi ve İsrail'in Lübnan'ın bazı bölgelerini işgal etmesi; bu dönemin öne çıkan olaylarından bazılarıdır. Bu gelişmeler sadece Ortadoğu'da değil, küresel çapta bir dönüşümün habercisi olarak değerlendirilmektedir. Suriye'de Esad rejiminin sona ermesi, bölge için önemli bir dönüşüme işaret etmektedir. Ancak bu dönüşümün yerini HTŞ gibi radikal gruplara bırakması, uluslararası aktörler için yeni bir güvenlik tehdidi oluşturmaktadır.

      HTŞ'nin liderliğini, Ebu Muhammed el-Culani olarak bilinen Ahmed Hüseyin eş-Şer’a yapmaktadır. Culani, örgütün ideolojik yönelimlerini ve stratejik kararlarını belirleyen ana figürdür. Onun liderliği altında, HTŞ bir emirlik modeli benimsemiş ve hiyerarşik bir yapıya sahip olmuştur. Liderlik konseyinin yanı sıra askeri komutanlık, şeriat konseyi ve medya birimleri gibi farklı bölümleri bulunmaktadır.

      Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ), 2017 yılında Suriye'deki iç savaş sırasında çeşitli radikal İslamcı grupların birleşmesiyle oluşmuş bir silahlı örgüttür. Örgütün temelini, El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi oluşturur. Ancak HTŞ, Nusra Cephesi'nin aksine uluslararası arenada El Kaide ile resmi bağlarını kopardığını iddia ederek daha yerel ve bağımsız bir kimlik benimsemeye çalışmıştır. Bu strateji, örgütün uluslararası baskıyı azaltma ve yerel destek kazanma amacını taşımaktadır. Şeriat konseyi, ideolojik ve dinî konularda karar alırken, askeri kanat sahadaki operasyonları yönetmektedir. Medya birimi ise propaganda ve halkla ilişkiler faaliyetlerini yürütmektedir. Tüm bunlarla birlikte HTŞ’ın şu anda Türkiye modelini de almaya çalıştığı görülmektedir. Türkiye’de yetişmiş bazı kişilerin HTŞ yönetiminde yer alması hem Türkiye’yi hem de batıyı rahatlatmıştır.

      Rusya'nın bölgedeki varlığı ve Amerika Birleşik Devletleri'nin çekilme süreci, bu dinamikleri daha da karmaşık hale getirmektedir. HTŞ'ın yükselişi, radikal grupların Ortadoğu'daki etkisinin azalmayacağını, aksine şekil değiştirerek devam edeceğini göstermektedir. Bu durum, Batı'nın radikal terörle mücadelesinde yeni stratejiler geliştirmesini gerektirecektir. Özellikle Avrupa Birliği'nin bölgeye olan ilgisi artarken, NATO'nun bu konuda alacağı pozisyon da belirleyici olacaktır. İsrail'in Lübnan'ın bazı bölgelerini işgal etmesi, bölgesel göç dalgaları ve yeni çatışma alanları yaratmıştır. Bu durum, sadece Ortadoğu'da değil, küresel diplomaside de yankı bulmuştur. Bölgedeki Filistin sorununun daha da karmaşıklaşması, Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler ‘in daha aktif bir rol oynamasını gerektirebilir.

      İsrail’in yayılmacı ve soykırımcı yaklaşımı batı dünyasını rahatsız etse de batı sessizliğinin mükafatını alacağını düşünmektedir. İsrail'in bu şekilde hareket etmesi, ABD'nin desteğini arkasına almasından kaynaklanmaktadır. Ancak bu politikalar, Türkiye'nin şu ana kadar bölgede izlediği denge politikasını zora sokabilecek adımlar olarak değerlendirilmektedir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın son açıklamaları, Ankara'nın bu konuda daha aktif bir dış politika izlemeyi planladığını ortaya koymuştur.

      Petrol yüzyıllarca dünya siyasetine yön veren temel enerji kaynağı olarak uluslararası çatışmalara neden olmuştur. Ancak uzmanlar, gelecekte su kaynaklarının bu rolü devralacağını düşünmektedir. Özellikle Ortadoğu'da suyun stratejik önemi artmaktadır. Fırat ve Dicle nehirleri gibi su kaynakları, bölge ülkelerinin politikalarında belirleyici faktör olmaya başlamıştır. Geçmişte petrol boru hatları üzerine şekillenen soğuk savaş dinamikleri, gelecekte su boru hatlarıyla yer değiştirme potansiyeline sahiptir.

      Bu noktada, Türkiye'nin rolü özellikle dikkat çekmektedir. Türkiye'nin Kuzey Irak'ta petrol ile ilgili politikaları, Suriye'nin kuzeyinde su kaynakları konusunda benzer bir strateji izleyip izlemeyeceği sorusunu gündeme getirmektedir. Batı ve süper güçler, Türkiye'nin bu konuda atacağı adımları yakından izlemektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu alandaki söylemleri, Türkiye'nin şu anki kararlı duruşunu göstermektedir.

      Ortadoğu'daki diğer bir önemli aktör ise Çin'dir. Ancak Çin, bölgedeki gelişmelere karşı sessiz bir tutum sergilemektedir. Pekin’in bu sessizliği, "Bir Kuşak Bir Yol" projesinin stratejik önceliklerinden kaynaklanmış olabilir. Çin, bölgede direkt bir çatışmadan kaçınarak ekonomik çıkarlarını korumayı tercih etmektedir. Bu strateji, Çin’in daha uzun vadeli hedeflere odaklandığını göstermektedir. Ancak bu durum, Çin'in gelecekte bölgeye dair daha aktif bir rol oynayabileceği ihtimalini de dışlamamaktadır. Su ve enerji kaynakları konusunda Çin'in sessiz bir diplomasi yürütmesi, yeni bir "soğuk savaş" dönemi olarak nitelendirilebilir

      Ortadoğu'daki mevcut gelişmeler, sadece bölge ülkelerini değil, küresel güç dengesini de etkileyen karmaşık bir tablo sunmaktadır. Su savaşları, enerji kaynaklarının ötesine geçerek yeni dönemin ana ekseni haline gelebilir. Bu süreçte, Türkiye, İsrail, ABD, Rusya ve Çin gibi aktörlerin alacağı pozisyonlar belirleyici olacaktır. Tarih, bu yeni dinamikleri şekillendiren ülkelerin geleceği nasıl inşa edeceğini dikkatle izlemektedir.

      Sonuç olarak Şam Çeliğinin kırılması dünyada yeni bir terör paradigması oluşturacaktır. Afganistan, Doğu Türkistan, Yemen, Suriye, Irak, Myanmar, Pakistan, Libya, Sudan gibi bölgelerden devşirilen Cihatçı gruplar nerede nasıl eylemler yapacak bilmek artık mümkün olmayacaktır. Batı ülkeleri dahil tüm dünya iç güvenlik yapılanmasını Çin’e benzeterek daha despotik bir yapıya dönecektir. Batı belki de zaman içeresinde kapitalizmini de evirip Çin gibi parti kapitalizmine benzer bir modele geçebilir.

       

      Yorum Yazın