Yazmak, sessizliğin sesi gibi... Bazen içinde coşkun fırtınalar kopar da dışardan durgun sular gibi görünürsün. Belki beklediğin bir şimşektir, içindeki fırtınayı boşaltmak için. Boşaltamadığında o fırtınayı dökersin kelimelere...
Yazmak, aslında mahrem duyguların itirafıdır... Kimse bilmez senin ne hissettiğini ne düşündüğünü. Yazdıkça mahremiyet kalkar, serilir bütün duygular! Kalırsın çırılçıplak.
Yazmak, en basitinden dertleşmektir; kendinle... Yazdığında seni anlar kağıt kalem, sessizce dinler vefalı dost, sırdaş gibi. Vermez çünkü kimseye sırrını, yeter ki sen paylaşma hiç kimseye.
Yazmak, iki hece Necip Fazıl'ın deyimiyle lakin içine nice hikayelerin, romanların sığdığı... Yazdıkça gelişir insan, genişler; sığmaz artık ne kağıda ne kitaba... Dolaşır dilden dile, gönülden gönle.
Yazmak için dolmak mı lazım? Doldurduğun gönlünün yok mudur başka tesellisi? Yazmak ilaç gibidir, derdine derman olan. İçtikçe rahatlatan bir o kadarda bağımlılık yapan. Alıştı mı insan yazmaya duramaz vefalı dostu sormadan.
Yazmak, özgürlüktür. Kelimeler, sayfalar hürleştirir. Sen yazdıkça sesin daha gür çıkar.
Yazmak, kendinle baş başa kalmaktır; sessiz, sakin ve en içten... Okursun kendini yeni baştan, her seferinde sil baştan. Sen kendini okursun, okuyan kendini... Her yazı; bir anlam, yaşadığımız hayattan. Bir sesleniş, var oluş kaygımızdan. Yazan kendini anlatır belki ama okuyanda kendini bulur her satırdan...
Yorum Yazın