

Çok yaşadı Şağyan Nene. Neler gördü, neler duydu, nelere şahitlik etti bilinmez. Bu zamana kadar kaç kelime sarf etti kaç adım attı ne kadar yedi ne kadar içti kaç defa secdeye vardı bilmek mümkün değil. Kaç insan tanıdı; kaçıyla sohbet, kaçıyla dedikodu etti, kaçıyla küstü kaçıyla gönül bağı kurdu. Ne kadar güldü bu uzun ömürde ne kadar ağladı için için. Kaç ölüm gördü kaç doğum. Kaç kişi gözünün önünde büyüdü kaç kişi giderek çöktü. Kaç bahar gördü, kaç kışta iliklerine kadar üşüdü. Kaç çiçeğin açılmasına tanıklık etti kaç ağacın çürümesine. Kaç Ramazan kaç bayram kaç kandil gördü. Kaç kalp kırdı, kaç kalbe girdi. Ne kadar günaha battı ne kadarından ağlaya ağlaya tövbe etti. Ne kadar öğüt dinledi ne kadar öğüt verdi gençlere. Aynı hatayı kaç kere yaptı. Bu koca ömre neler sığdırdı acaba ya da daha neler sığdırmak isterdi.
Çocuktu daha bir zamanlar. Oyunlar oynar, eve girmek istemezdi. On yedisinde babası onu hiç görmediği, tanımadığı, sevmediği biriyle evlendirdi. On sekizinde anne otuz sekizinde anneanne oldu. Sonra torunlarını de evlendirdi onların da nenesi oldu, daha sonra onların çocuklarının da… Savaş görmüş müdür diye hep merak etmişimdir. Belki Osmanlı’nın son zamanlarında bir padişah veyahut bir paşa… Kıtlık, açlık yaşamıştır kesin. Ekmeğin karneyle alındığı o zamanlarda onun da sırada olduğunu görüyorum sanki. Belki Cumhuriyetin ilanı esnasında kocasına dönüp “Cumhuriyet nedir?” diye de sormuştur. Ayaklanmalar, inkılaplar, antlaşmalar ne varsa hepsini görmüştür Şağyan Nene. İlk radyonun sesini duyunca korkmuş, televizyonu gördüğünde ise “adamlar bize bakıyor.” deyip tülbendiyle başını kapatmıştır. Telgraf çekmiş, mektupları ise biriktirmiştir. Geniş bahçeli evlerden iki göz odalı apartmanlara geçmiş, bu duruma bile alışmıştır. Arabaların, telefonların, uçakların, insanların sayılarının bu kadar artması onu hep hayrette bırakmıştır. Adetlerin ilk çıktığı zamanlarda konseyde o da bulunup birkaç adet o da eklemiştir. Bu kadar adetlere sıkı sıkıya bağlı olma nedeni de budur. Dinlemeyi değil konuşmayı daha çok severdi Şağyan Nene. Bunun için de masallar, efsaneler, hikayeler anlatırdı bol bol. Bunların çoğunu kendisi uydururdu.
Çok yaşadı Şağyan Nene. Zamanla güçten kuvvetten düştü. Yürüyemez, konuşamaz, yiyemez hale geldi. Yatağa düşmüş duyduğuma göre bir bunu yaşamamıştı onu da yaşadı. Üç aya kalmadan da ölüm haberi geldi. Uzun süre bu habere inanamadım. O, bu dünyaya kazık çakacaktı halbuki. Bir o ölmez gibi gelirdi bana çocukken ve hala öyle geliyor. Onu beyaz, bembeyaz tülbendiyle hatırlıyorum, diz ağrılarında şikâyet ederdi ama yine de yaşardı. Her gün hastaneye giderdi, tedavi üstüne tedavi denerdi ama yine de ölmedi. Çantasını ilaçla doldurur iki saatte bir renk renk, irili ufaklı ilaç alırdı ama hiç ölmedi. Bir ara kalp krizi geçirdi bir hafta yoğun bakımda kaldı buna rağmen ölmedi Şağyan Nene. Şimdi de öldü diyorlar, mutlaka cenazeye yetiş, son görevini yap diyorlar. Şağyan Nene ölmüştü bu kadar yaşamasına rağmen.
Cenazeye yetişemedim, taziye evine gittim. Ama orda bir cenaze göremedim. Ne bir ağlama sesi ne bir feryat figan ne bir anısını anlatan ne de daha çok erkendi diyen. O çoktan ölmüş hatta silinip yok olmuş şimdi ise adetler onun koyduğu adetler uygulanıyordu. Kimse ağlamadı o evde kimse ölümü sorgulamadı kimse onunla bir anısını da anlatmadı ya da eşyalarına sarılan da olmadı. Halbuki çok yaşamıştı Şağyan Nene. Yemekler biraz tuzlu olmuş, gelen yeni misafire hemen çay koyun, yarınki helvayı kim kavuracak, başındaki iğne oyası güzelmiş, kolundaki bilezik kaç gram… Peki Şağyan Nene? O nerede? Neden kimse ondan bahsetmiyor? Neden eski bir eşya gitmiş de göz buna alışıyor gibi garip bir hal var ortada? Bembeyaz tülbendi, sürekli konuşması, anlattığı hikayeler neden yad edilmiyor. Zaten çoktan gitmesi mi gerekiyordu? Hatta geç bile kalmış mıydı? Belki de… çok yaşadın be Şağyan Nene, çok yaşadın…
Yorum Yazın