

- Ne çok şey sığdırmışsın odana Meryem?
- Herkes gibi ne gerekiyorsa onları sığdırdım Feride.
- Herkes gibi değil.
- Herkesten farkı mı var?
- Bu oda kaç metrekare?
- Bilmem taş çatlasın beş metrekaredir.
- İşte sen beş metrekarelik alana tüm hayatını sığdırmışsın.
- Hayatımı mı? Yatak sandalye mi benim hayatım?
- Onlar da sayılır ama tabi hepsi o değil.
Feride ile yeni bir sohbetimiz başlıyordu. Yaptığı girizgahtan konuyu çok farklı bir yere getireceğini biliyordum. Sabırla ve merakla dinlemeye başladım.
- Bak mesela normal bir yatak seçmemişsin. Hem yatmaya hem de oturup sohbet etmeye uygun bir yatak seçmişsin. Üzerine serdiğin çarşafları, kullandığın yastıkları hem kendin dikmişsin. Yani bir emek sığdırmışsın odana. Yatağı tam cam kenarına getirmişsin, sen şimdi dersin oda küçük başka şansım yoktu diye, ama öyle değil. Bu oda çok büyük de olsaydı sen yatağı yine cam kenarına getirirdin. Çünkü yağmuru, karı, güneşin doğuşunu bilhassa batışını izlemek istersin. Sen odana gökyüzünü de sığdırıyorsun.
- Böyle bir sonuca ulaşman şaşırtıcı ama ne yalan söyleyeyim hakkın var.
- Dur daha yeni başlıyoruz seni ve odanı okumaya. Okuma demişken okumayı da sığdırmışsın odana.
- Kitaplar mı?
- Kitaplar olsaydı kitaplar derdim ama okumayı sığdırmışsın dedim.
- Bir farkı var mı, kitap okumayı, okumak kitabı gerektirmez mi?
- Öyle ama herkes için durum öyle değil. Kapağı açılmadan yaşlanan kitaplar bilirim, fotoğrafı çekildikten sonra bir kenara itilenler, zor bela okunup da bir daha yüzüne bakılmayanlar daha neler neler… Hele bir de kıymeti bilinmeyenler… Onlar için sadece kitap vardır ama senin için okumak da vardır Meryem.
- Nereden çıkardın?
- Kitabının yanındaki not defterinden. Sen okuyansın, kıymet bilensin, fotoğrafını çeksen bile kenara itmeyensin. Hatta yazı yazmayı sevmediğin halde unutmamak için yazı yazıyorsun.
Ben mi güzel yaşıyorum o mu güzel görüyor bir muammadır.
- Bak mesela geçmişini de sığdırmışsın.
- Onu nereden çıkardın?
- Fotoğraflar ve albümler…. Albümde fotoğraf biriktiren kaç kişi var? Bir kere fotoğraf paylaştıysan o fotoğrafla işin biter. Ama sen tek tek çıkarmışsın, dokunmuşsun, belki de hafifçe tebessüm etmişsindir. Sonra yavaşça albüme yerleştirip bir de unutmamak için tarih atmışsın. Küçük bir not da ekledin dimi babanın askerlik fotoğraflarını gördüğünde gözlerindeki ışıltıdan hemen anlamıştım.
- Nasıl anlıyorsun Feride?
- Sadece olanı okuyorum. Nebatatı da sığdırmışsın.
- Çiçeklerden bahsediyorsun.
- Hayır nebatat, çiçek eksik kalır. Çiçekler dediğin şu birkaç saksıdan ibaret ama nebatat kitapların arasına koyduğun yapraklardır, şurada sıra sıra kuruttuğun bitkilerdir, ara sıra yaktığın üzerliktir, dağda çayırda beğenip annenin kızacağını bildiğin halde getirdiğin çerçöptür.
- …..
- Bendirin var müziği sığdırmışsın, örgün var el emeği göz nurunu sığdırmışsın, mumlarla ışığı, sabunla temizliği, çakıl taşlarıyla denizi, kozalaklarla ormanı, saatle zamanı, seccadeyle namazı sığdırmışsın. Velhasıl kelam tüm dünyayı bu odana sığdırmışsın.
- Belki de tüm dünyam bu kadardır.
- Bu da mümkün Meryem ama sen nereye gidersen git nereyi mesken tutarsan tut oraya tüm dünyanı, tüm hayatı sığdırırsın. Koca koca evlerde yaşayıp her şeye sahip olduğunu sanan, sonra yalnızlıklarıyla baş başa kalan insanlara inat sen beş metrekarelik bir odaya huzuru, sevgiyi, merhameti sığdırmışsın.
- Sığmış mı peki?
- Sığmış tabi, sığmaz mı? Bak beni konuşturan bile bu oda, demek ilhamı da sığdırmışsın.
- Mübalağa ediyorsun Feride.
- Her şey bir tarafa Meryem sığdırdığın her şey sensin.
Feride’nin odasını düşünemiyorum bile. O neler neler sığdırmıştır.
- Teşekkür ederim beni bu kadar güzel okuduğun için.
- Ben teşekkür ederim kitabı açık bıraktığın için.
Ah, ne çok severim Feride’yle sohbet etmeyi!
Yorum Yazın