

İlçede terzilik yapan bir adam vardı. İşinin ehli olmayı bırak yeni başlamış gibi eli ayağı birbirine karışır, hata üstüne hata yapardı. Buna rağmen müşterisi hiç eksik olmazdı. Ne zaman dükkana uğramak istesem içerisi hıncahınç olduğu için gerisin geri dönerdim. Şimdi de iki üç kişi vardı önümde. İnat edip bekleme kararı aldım. Elimde annemin babam için diktirdiği gömlek vardı, kolunda yamuk giden dikişe bakıyorum nasıl olur da bu kadar tanınan bir terzi böyle basit bir hata yapabilirdi diye hayret ediyordum. Hiç anlamıyorum ama asıl anlamadığım şey bu hatalara rağmen nasıl hala müşterisi olduğuydu. Dükkandan her çıkan müşteri yüzünde bir tebessümle çıkıyor, girmeden önceki memnuniyetsizlikleri ortadan kalkmış bir şekilde huzurla evlerine doğru yol alıyorlardı. Bir merak başladı ben de bu işin içinde bir iş vardı. Belki özür mahiyetinde bir hediye veriyordu ya da paralarını iade ediyordu. Ne bileyim ama muhakkak bir şey olmalıydı. Sıra bana geldiğinde heyecanla birkaç adımla küçücük dükkanın kapısını iteledim. Eşikten geçince dersiniz ki başka bir zamana başka bir aleme girdim. Zamanda yolculuk yapar gibi eski, çok eski bir dükkana sevdiğim bir ahbabımın evine gelmiş gibi hissettim. Hakkı abi güler yüzle beni karşılayıp elime orta şekerli kahveyi, ki kahveyi böyle içerdim, tutuşturdu. Diğer elimdeki gömleği alıp “Hım dikişi yamuk olmuş, hemen düzeltiriz inşallah.” Sakin bir ses tonuyla devam etti “Bu arada sana bir menkıbe anlatayım mı?” deyip cevap vermemi beklemeden heyecanla Peygamber Efendimiz’e cevşenin verilme hadisesini gözleri dola dola anlatmaya başladı. Anlatırken sakinliğini hiç bozmuyor ama konu müşriklere gelince bir hiddetleniyor sonra sahabilerde sükûnete kavuşuyordu. Hele konu Cebrail ile Peygambere gelince görmeyin Hakkı abideki coşkuyu. Duygudan duyguya geçerek anı yaşıyormuş gibi menkıbeyi sonlandırıyor. Gömleği bitirmiş bir halde karşımda duruyor ama ben Cezire-i Arap’ta savaştayım hala. “Oğlum, gömleği tamir ettim, yine de bir sıkıntı olursa Muazzez ablanın içine sinmese çekinme getir. Selam söyle, kusuruma bakmasın uğraştırdım ama işte bazen gözden kaçabiliyor.” Annemin adını söylemediğim halde nasıl biliyor diye düşünürken “Gözlerin ona benziyor.” Kesin kahvede afyon vardı diye düşünmeye başlıyorum. Uzattığım parayı almayıp “Kahveyi yıllardır karşıdaki Mehmet amcanın dükkanından alırım, o da bildiğim kadarıyla afyon kullanmaz, merak etme.” içimde inşallah gömlekte yine bir sıkıntı çıkar diye geçiriyorum. O ara Hakkı abiye baktığımda tebessüm ettiğini görüyorum. Ben de tebessüm ederek eşikten geçiyor; kalabalık, gürültülü ve ruhsuz dünyama geri dönüyorum. Artık ben de bu terzinin müdavimiydim. Her gün bir defa da olsa bu zaman ötesi dükkana uğrar, bahane olarak kullandığım tüm kıyafetlerimi tamir ettirir, orta şekerli kahvemi yavaş yavaş yudumlarken menkıbemi can kulağıyla dinlerdim. Hakkı abi sağ olsun bir defa bile yine mi geldin demiyor her defasında güler yüzle karşılıyordu. Kıyafetler bitince dikilecek, tamir edilecek bir şey kalmayınca Hakkı abi “Önceden annene diktiğim yeşil entariyi yarın bir daha getir, onun eteklerini yamuk kesmiştim sanki düzelteyim.” diye diye bir de o üstünden geçti tüm kıyafetlerin. Sonra bir gün “Artık kıyafet getirme, yalnız gel, kıyafetler biter evladım ama menkıbeler hiç bitmez.” Dikişler hala yamuk, kesim desen düz değil ama hala Hakkı abinin dükkanı hıncahınç. O kötü bir terzi ama iyi bir anlatıcı, iyi bir adam.
Yorum Yazın