Evliliğimin ilk yılı idi. Mevsim sonbahar olsa da birbirimize olan sevgimiz sonsuza dek sürecek bahar coşkusundaydı. Eskilerin tabiri ile cicim ayları...
Eşimin sevdiği yemekleri yapmayı öğrenmişim, midesinden geçen muhabbet yolunu da fethetmişim diye düşünüyordum ki beyefendi birkaç gündür annesinin yaptığı salçanın kokusunun burnunda tüttüğünü, keşke olsa da ekmeğine sürüp sürüp afiyetle yiyeceğini bir çocuk saflığında anlatmaya başladı.
Ne yani, yüksek kimya mühendisi ben salça mı yapayım? Oldu olacak lüks sitenin bahçesinde ateş yakıp kazanda pişireyim. Yok canım o kadar da değil desem de isteyen kim? Sevdiceğim... Ne olur ki, laboratuvarda ne deneyler yapmış başarılı sonuçlar almışım, salça yapmak çocuk oyuncağı dedim.
Eşim bugün mesaiye kalıyor benim de izin günüm, fırsat bu fırsat. Ve manav çırağı önde elinde bir kasa domates, ardında ben. İnternetten birkaç video izledikten sonra sıvadım kolları. Kadim Mevla'm, aşk insana neler yaptırıyor. Ebru Yaşar’ın;
“Seni anan benim için doğurmuş canım,
Hamurunu benim için yoğurmuş canım” şarkısını dinleyerek mutfağımı bir laboratuvara çeviriverdim. Bir kasa domatesi güzelce yıkayıp süzdürdüm. Videodaki görselleri harfiyen uyguladım, ölçü ve işlem sırası kırmızı çizgim. Ne de olsa ben yüksek kimya mühendisiyim. Çeyizimden hiç kullanmadığım büyükçe bir çelik tencereye rendelenmiş domates suyunu boşaltıp pişirme aşamasını başlattım. Buraya kadar giriş, gelişme olumlu bir seyir halinde. Mutluyum tabii, şarkının nakaratına vokallik yapıyorum:
“Seni anan benim için doğurmuş canım...”
Tarifte ara sıra karıştırın dibi tutmasın diyor, tamam yapıyorum. Fakat bizim salça göz göz kabarıp fışkırmaya başladı. Bembeyaz mutfak dolaplarım mezbahaya döndü. Birkaç büyükbaş hayvan kesilmiş, kan izleri görebildiğin her yerde. Elim ayağım birbirine karıştı. Efendim salça ile savaşmaya başladım. Karıştırınca sakinleşiyor lakin aniden şahlanıyor ve kendini nereye atabilirse oraya uçuyor. Perdelerim, mutfak masası hatta güzel halım bile adeta kızamık çıkardı. Yüzümde de zaman zaman ince bir acı hissetsem de mücadeleyi bırakmadım. Bu hengamede zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. Eşimi birden karşımda görünce irkildim. Korku içinde:
-Yüzüne ne oldu? Alnın ve yanakların kanıyor hemen acile gidiyoruz.
Adeta lal olmuşum, sadece tencerede fokurdayan salçayı işaret edebildim. Eşim merhamet ile karışmış sevgisiyle bana sarıldı. Benim için ne kadar uğraşmışsın, deyip duygulandı. Lavaboya elimi yüzümü yıkamaya gittiğimde alnımdaki salça lekesiyle Hint filmlerindeki kadınlara benzediğimi görmek hoşuma gitti, güldüm. Mutfağa gittiğimde eşim çay suyu koymuş:
-Bugün kahvaltı yapalım çok yorulmuşsun, dedi.
Tek başına bir bütün ekmeği dilimleyip salçasını bolca sürerek yedi. Fakat annemin salçasından daha güzel olmuş demedi, diyemedi. Ertesi gün iş yerine gittiğimde mesai arkadaşlarım yüzümdeki kızarıklıkları sorduğunda alerji deyip geçiştirdim. Hafta sonu mutfağımı temizlemekle geçmişti ki beyefendi ne zamandır annesinin baklavası gibi bir tatlı yemediğini söyleyince duymazdan geliverdim.
Yorum Yazın