Günlerden pazar ve yakın akrabamın torununun sünnet düğünü var. Taktım takıştırdım, birazcık da abarttım. Bursa'nın zengin bir köyü, cemiyet yemekli ve en önemlisi keşkek var. Adını duymak bile büyük mutluluk, bekle beni geliyorum.
Merkeze 1 saat uzaklıktaki bu varlıklı yere köy demeye şahit lazım. Oldukça modern görünüşlü villaları, boylu poslu apartmanları arzı endam ediyor. Kol kola girmiş kız kardeşler gibi üç harfli marketler de buradalar.
Mevlüt okunmaya başlamış. Buyur edildik, gösterilen sandalyelere yerleştik. Cemiyet birkaç gündür devam ediyormuş. Sağ olsunlar tanıdıklar tarafından bilgi sahibi edildik. Evlerinin önünde kocaman mangallar, büyük tencerelerde pilavlar, çorbalar, salatası, tatlısı adeta bir lezzet fırtınası... Fakat benim için yemeklerin şahı keşkek, onun için özel yer ayırdım. Muhabbetim sonsuz, olur mu hiç onsuz? Ara ara istihbarat alıyorum, keşkeğin dövülmesi devam ediyormuş. Nihayet kokusu geldi, sen de gel diyorum bekliyorum. Ve işte muhteşem keşkek plastik tabakla karşımda. Allah'ım bu nasıl bir güzellik. Önce şöyle bir seyrettim, eğilip, “Ben senin için geldim” dedim sessizce.
Birinci kaşığı götürdüm ağzıma, sıcacıktı, mükemmeldi. “Söz sana kaside yazacağım, cümle alem bilsin, övsün, afiyetle yesin seni” dedim içimden. Sessiz muhabbetimiz, masada karşımda oturan yerli halktan olduğuna emin olduğum kadının sesiyle ertelendi.
60'lı yaşlarda, beyaz tenli, yeşil gözlerinde sinsi bir alay gözlemlediğim hatun:
- Siz sünnet çocuğunun babasının akrabalarından mısınız? dedi.
Cahil cesur olur misali atladım:
- Evet evet, dedim.
Kadın kendince muhatabını bulmuştu.
- Vallahi iyi kapıya damat olmuş oğlunuz, dedi. Bunca zenginlik... Şanslı, hem de çok. Annesi kadir gecesi doğurmuş olmalı.
İştahlı iştahlı ikinci kaşığımı almaya yeltenen bendenizin sanki elektriğim kesildi, bir tırla kafadan çarpışan küçük otomobil gibi kalakaldım. Ne alakaysa hafızam beni ortaokulda Türkçe kitabında Adnan Adıvar'ın “Bana Zehir Olan Şeker” başlıklı okuma parçasına götürdü. Ruh halime biçilmiş bir elbise gibi giydirildi. Sadece bir kelimesi değişmişti. “Bana Zehir Olan Keşkek”. Başka birini bulamadın mı be kadın? Beni mi seçtin rencide edip aşağılayacak? Yutkundum. Ağzımda canım keşkeğin tadı ve yediğim sözün acılığıyla karışan bir lezzetsizlik oluştu. Kadına dönüp:
- Madem öyle iyi bir şey, sen verir misin oğlunu iç güvey? dedim.
- Aman Allah korusun, dedi. Büyük bir felaketten korkar gibi masaya vurdu elini.
- Yaa, o zaman o kadar da matah bir şey değilmiş dedim. Kızlarımız varlıklı ailelere gelin olunca kıvanıyoruz, oğullarımız zengin eve damat olunca niye utanalım ki?
- Doğru söylüyorsun, dedi. Ee zaten kızın babasının da erkek evladı yoktu. Onun da oğlu oluverdi, dedi. Gönül almak ister gibiydi.
Ama eteğindeki taşları döktüğü için mutlu ve mağrur, yemeğine devam etti. Olan benim sıcacık keşkeğime oldu. Günlerdir hayalini kurduğum bu muhteşem buluşmaya gölge düşürdü. Keşke yemeseydim keşkek de bu sözleri duymasaydım dedim. Acıdım kendime, bir garip hüzün kapladı içimi. Biri gelip de nasılsın deyip hatırımı sorsa gayri ihtiyari iç güveyinden hallice diyebilirim.
Yorum Yazın