Kafede sabah saatleriydi. Ortaokul öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim 2 kız çocuğu pür telaş içeri girdi. Soğuktan burunları kızarmıştı, üşüyen ellerini ovuşturarak ısıtmaya çalışıyorlardı. Biraz irice olanı:
- Abla bize iki çay ve iki poğaça getirir misin, dedi.
Büyük annelerinin yaşlarında olmama rağmen abla demeleri hoşuma gitmedi değil. Birkaç dakika içinde istediklerini masalarına servis yaptım. Kafede kahvesini yudumlayarak gazetesini okuyan yaşlı bir adamdan başka kimse yoktu. Bu küçük kızların okuldan kaytardıklarını anlamak için müneccim olmam gerekmiyordu. Şu saatte ikinci derse girmiş olmalıydılar. Zira yakınlarda olan okulun zili iyi bir ihbarcıydı.
Konuşmalarına ister istemez kulak misafiri oldum. Öğretmenlerine kızıyor ve maalesef hakarete varan kelimeler kullanarak yine onların tabiriyle bir bir gömüyorlardı. Duymazdan gelmeye çalıştım. Yanlarından uzaklaştım, ilgilenmiyormuş gibi yaptım. Yok olmadı, daha fazla susamayacağımı anladım. Hayatın en başında olan yavrulara bir şeyler anlatmam şart oldu.
Üç çay ve şefin tavsiyesi, tarçınlı kurabiye dolu bir tabak eşliğinde masalarına oturmak için izin istedim. Onlar ne olduğunu anlayamadan tam da karşılarındaki sandalyeye yerleştim:
- Öğretmenlerinize öfkelenmişsiniz anladığım kadarıyla hanım kızlar. Bu kelime benim için ne ifade eder bilmek ister misiniz, dedim.
Şaşkın bakışları arasında anlatmaya başladım dilim döndüğünce:
- Sizin yaşınıza gelene kadar öğretmenlerin yeryüzünde yaşayan bir melek olduğuna inanırdım. Evdeki annem ve okuldaki annem de öğretmenim idi. 45 kişilik sınıfta yalnızca beni seviyor, beni koruyup kolluyor gibi gelirdi. Bence yemiyor içmiyor ve hatta tuvalete bile gitmiyordu. Bir çocuğu olduğunu öğrendiğimde benim canım öğretmenime anne diyerek sarıldığını gördüğümde pek kıskanmıştım. Hasta olsam öğretmenimin bakışları, şefkatli sesi bana şifa olurdu. Başaramadığımda gayretimi arttırıcı sözleri beni pes etmekten kurtarır, kendimle yarıştırırdı.
Muhataplarımın merakla dinlediklerine kanaat edince devam ettim:
- İlkokul bitip de ortaokula geldiğimde, yani sizin gibi. Birden fazla öğretmenim oldu. Kimini sevdim, kiminden korktum fakat hepsine saygılı oldum. Bana emeği geçen geçmeyen okulun bütün öğretmenleri benim için çok değerliydi. Yolda gördüğümde selam vermek için atıldım ve asla öğretmenlerimi eleştirmedim. Size de tavsiyem; bizi eğitimle donatan, vatana millete faydalı bir insan olarak yetişmemize vesile olan öğretmenlerimize hürmette kusur etmeyin.
Çaylar ve kurabiyeler bitmiş, sohbeti de sonlandırmak zamanı gelmişti.
- Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim yavrularım. Siz bizim geleceğimizsiniz, sizi çok seviyoruz, dedim.
Elini cüzdanına atan kıza da,
- Borcunuz yok, müessesemizin ikramıdır afiyet olsun, diyerek kapıya kadar gidip yolcu ettim.
Bizim kuşağın bildiği ve bence çok sevdiği bir şarkının dizeleri geldi hatırıma Ali Rıza Binboğa’nın:
Öğretmen kutsaldır ana gibi,
Öğretmen kutsaldır baba gibi,
Öpülesi elleri var,
Şirin tatlı dilleri var,
İlk öğretmenin kim senin,
Kim öğretti alfabeyi...
İlk öğretmenim Firdevs Çetin, yeryüzünde yaşayan benim meleğim.
Yorum Yazın