Yeşil Bursa’nın, Kuş Tepe semtinde çıkmaz bir sokak…
Bitişik nizam, tek katlı bahçeli evleriyle değme sarayları geride bırakıyor. Sabah saatleri taze demlenmiş çay kokusu, şıkırdayan kaşıklar okul zili gibi en tatlı teneffüs kahvaltı diyor adeta.
Hatice teyzenin torunu yine patates kızartması istemiş. Yumurcak ağzının tadını biliyor. Pencereler açık, sokak sakinlerinin ilk öğününe televizyondaki sabah kuşağı programları eşlik ediyor.
Sıradan, sade insanların sevimli ve bir o kadar da samimi haneleri güne merhaba diyor. Hal böyleyken sokağın kadim sütçüsü geliyor. Bir de kornadan elini azıcık çekse! Bugün nedense kimsenin süte ihtiyacı yok. Sütçü rağbet görmediği sokağı mahzun bir şekilde terk ediyordu ki çok hoş bir ses tonuyla genç bir hanımefendi:
- Sütçü Bey lütfen bekler misiniz, diye sesleniyor.
Ve sokağın fabrika ayarları bozuluyor. Birer ikişer başlar pencereden uzanıyor. Hasan amcanın başına tül perde dolanmış, çirkin bir geline benziyor. Ama bir 112 gibi yardıma yetişiyor:
- Hoop sütçüüüüüü hoooop, Ahmet Ağa bekle!
Maşallah davudi sesini birkaç sokak dahi işitmiştir. Genç kadın nazikçe teşekkür ediyor. Hasan amca mütevazı bir şekilde eyvallah, diyor. Kafasında bir duvak gibi duran tülden kurtulup içeri giriyor.
Ahmet Ağa geri vitese takıp sokağa geri döndü. İlk müşterisini güler yüzle selamladı.
Sokakta bir merak… Kim bu güzel sesin sahibi? Nedense erkekler biraz daha ilgili sanki. Komşular ellerinde birer tencere süt alacakları varmış.
Yıllardır karısının sesine sağır olan Reşat dede bile, “Sütçü beygiri mi dedi o?” diyor. Hafize nine kocasına ters ters bakarak yerine mıhlıyor. Fakat kendisi yarısı yıkılmış duvarın ardından rengârenk aslanağızları yeşermiş çiçeklerin önünde dikilerek “Kim bu taze?” diyor komşularına.
Çaçaron Gülnaz söze atlıyor:
- Sütçü bey nedir ya? Herhalde ilk defa sokak sütçüsünden süt alıyor haspa.
Karşı komşu eliyle sus işareti yapıyor.
- Anlarız şimdi gel bakalım peşimden, diyor.
30-35 yaşlarında, kömür karası saçlı, balköpüğü rengi iri ela gözlü, 1.70 cm civarı boyu ile bir afet. Allah özenerek yaratmış derler ya, işte bu o. En nazik tarafından küçük bir sorguya çekiliyor. İstanbul’dan teyzesine misafirliğe gelmiş. Bursa’nın erenlerini, evliyalarını ziyaret etmek istiyormuş. Tane tane İstanbul Türkçesi ile bülbül gibi anlatıyor, sokak dedektiflerine tanıtıyor kendini. Konu komşu bir anda deneyimli tur rehberine dönüşüveriyor.
Çaçaron Gülnaz:
- Önce Somuncu Baba’nın fırınını ve zikir hanesini görmelisin. Tezveren Hazretleri, Molla Fenari de buraya çok yakındır. Sakın ziyaret etmeden geçme, diye sıkıca tembihliyor.
Sallana sallana konuştuğu için tencereden biraz süt dökülüyor Arnavut kaldırımlarına.
Cankurtaran Hasan amca bu sefer kapının önünden sesleniyor:
- Sokağımıza hoş geldin kızım, diyor. Muhakkak Ulu Cami’ye gitmelisin. Rivayet odur ki Hızır Aleyhisselam’a bir vakit namazında rastlamak mümkündür bu kutlu yerde. Biraz yukarıda Üftade Hazretleri bulunur. Bir çay ısmarla kendine benden. Bursa manzarasını da katık yap oh âlâ, diyor gülümsüyor babacan bir tavırla.
Ön dişleri olmayan sütçü Ahmet Ağa da:
- Ben senin yerinde olsam önce Emirsultan Hazretleri’ni ziyaret ederim, diyor para üstünü verirken. Yakınlarda da üç kuzularım dediği talebelerinin kabirleri var. Onlara da bir Fatiha üç İhlas okuyuver.
Süt dolu tencereyle ayakta beklemekten yorulan genç kadın izin isteyip evine giriyor.
Aradan birkaç gün geçiyor. Nevşehirli Nebahat abla sokağın güvenilir sakinlerine resmi açıklama yapıyor. Yeğeninin hayırsız kocasından yeni boşandığını, ruhsal bir rahatsızlık geçirdiğini, bir süreliğine yanında kalacağını meraklısına bildiriyor. Çaçaron Gülnaz, yüzü güzel olanın bahtı güzel olmuyormuş demek, diye bir hayat dersi çıkarıyor kendine. Allah’tan güzel değilim diyor.
Yorum Yazın