Hiç istemiyorum Pazar gününün gelmesini, dedi Remziye Hanım.
14 dairelik apartman geceden hazırlandı. Piknikçiler, zaman kazanmak için sepetlerini çoktan yerleştirdi araçlarının bagajına.
- 3 numara ve 7 numara, kendin pişir kendin ye istemez, lokanta veya restorana gider. Kahvelerini de Bursa’nın en güzel seyir yerlerinde içer, havasını da bana atarlar, dedi kendi kendine.
Mutfaktan içeriye girdiğinde eşinin horlayarak uyuduğunu gördü.
- Bizim adam da sağ olsun hiç şaşırtmaz. Bari bugün bir sürpriz yap mübarek! Köşe başındaki çay bahçesine bile razıyım. Evin dışında da bir hayat var fakat bana yok.
Pencereden komşularının gülerek evden çıkışlarını izledi.
- Aman bina sana emanet Remziye Sultan nasıl olsa evdesin, demeleri içindeki kurdu palazlanarak konuşturdu.
Benimle alay mı ediyorlar gerçekten samimiler mi? Sonu gelmeyen sorgulamalar, iyi polis kötü polis ve zanlı hep Remziye...
Kafasını dağıtmak için 3 gün önce sildiği camları yine temizlemek için kalktı. Ayna gibi parlattı çabucak. Salonda sesi kısılmış olan televizyondan Ferdi Tayfur’un “İçim Yanar Yanar” şarkısı çalıyordu. Evin beyi pozisyon değiştirmiş, sol tarafına yatmış, horultusuna bir de ıslık eklemişti. Remziye, şarkıya eşlik etmeye başladı.
Eşim yatar, yatar, yatar, uyur ha... Bu da benden olsun der gibi nazire yaptı şarkıya.
Dertli dertli söyledi kalbinden dile dökülenleri. Kendini komik buldu, güldü. Biri görse deli diyecek diye daha çok güldü. Eşinin tam karşısındaki koltuğa oturdu.
- Yine aynı şey oluyor, dedi. Bıktım artık bana biçilmiş, dikilmiş ve ömrümce giymem istenen bu rüküş kıyafetten. Fakat iyi bir baba.
İçindeki, işini yapmaya çalışan vicdanının sesi evet, dedi istemeyerek.
- Helalinden kazanır getirir, ailesini kimselere muhtaç etmez doğru, dedi. Bunca senedir hesabını bilir, kapıya bir alacaklı getirmemiştir.
Başını salladı sanki karşısında biri varmış gibi.
- Ah Remziye ah! Ne onunla oluyor ne de onsuz, diyerek bu iç hesaplaşmaya acı bir kahve molası verdi.
Aşhane ile çilehane arasında kararsız kalmış mutfağında, fincanından aldığı son yudumunda telefonu çaldı. İlk göz ağrım oğlum yazıyordu ekranda. Sıyrıldı hemen olumsuz düşüncelerinden. Sımsıcak, tatlı bir anneye dönüşüverdi sesi. Sızısını bastırarak konuştu yavrusuyla:
- Anneciğim evde misiniz, diyordu evladı.
Remziye Hanım, Yeşilçam artistlerini aratmayan bir tebessümle:
- Tabii ki, dedi. Tabii ki...
Kapı zili art arda çaldı. Küçük bir kamyonet apartman girişine park etmiş.
- Ahmet Yılmaz Bey’in evi mi, dedi.
Evet der demez babayiğit iki genç, büyükçe bir koliyi içeri taşıdı. Tam kapıyı kapatıyordu ki oğlu, kızı, torunları “Sürpriiiiz” diye içeri girdi.
Annelerine sus işareti yapıp babalarını, her zamanki ikametinde bulacaklarından emin, yanına geçtiler. Torunlar, dedelerinin burnunu gıdıklayarak uyandırdı. Ahmet Bey şımarık bir çocuk gibi bakındı etrafına. Bütün sevdikleri gülerek onu izliyordu. Babalarının elini öptüler, koluna girip holde duran hediyelerinin başına gittiler. İmece usulü açtılar hemencecik. Bir masaj koltuğu arzı endam ediyordu. Hem de deri kaplama.
- Babalar günün kutlu olsun, deyip tekrar sarıldılar.
Remziye Hanım:
-Eyvah eyvah, dedi. Adam zaten uyku müptelası...
“Eşim yatar, yatar, yatar, uyur” dizeleri kor gibi düştü yüreğine. İki kardeş annelerinin göz yaşlarını, hediye karşısındaki mutluluğuna yordular.
Yorum Yazın